Bylock ile örgüt üyeliği ispatı iddiasına karşı savunma

Örgüt üyeliği iddiası Bylock’la ispatlanamaz Şöyleki;

 ERİŞİM SAĞLAYICILAR AÇISINDAN DEĞERLENDİRME:

Bylock Programı internet yoluyla kullanıldığı için yine 5651 sayılı Kanun uygulanmalıdır. Bylock kullanıcılarının Bylock serverına ulaşmaları ve bu yolla haberleşmeleri erişim sağlayıcılar (Turktelekom, Turkcell, Vodafone) üzerinden yapılmaktadır. 5651 sayılı yasanın 2/E Maddesi (Erişim sağlayıcı; kullanıcılarına internet ortamına erişim imkânı sağlayan her türlü gerçek ve tüzel kişileri) 2/i maddesi (trafik bilgisi: taraflara ilişkin IP adresi, verilen hizmetlerin başlama- bitiş zamanı, hizmetin her türü, veri miktarı ve varsa abone kimlik bilgilerini) tanımlar. Buna göre, kullanıcıların Bylock serverına ulaşmaları veri alış verişi yapmalarıyla ilgili sorumluluk yasanın 3. Maddesinde düzenlenen “Bilgilendirme yükümlülüğü” kapsamındadır. Yasanın 3/4. Maddesi “Trafik bilgisinin ancak bir suç soruşturması veya kovuşturması kapsamında mahkemelerce talep edilmesi halinde, Kurum tarafından içerik, yer ve erişim sağlayıcıdan istenileceği” belirtilmekte iken, 10.03.2014 tarih ve 6552 sayılı kanunun 126. Maddesi ile değişmiştir. Ancak bu değişiklik herhangi bir sınırlama olmaması gerekçesiyle Anayasa Mahkemesi 02.10.2014 gün 2014/149 E. 2014/151 K. Sayılı kararıyla “Özetle: Trafik bilgisi adı altında temin edilen bilgilerin Anayasal teminat altına alınan iletişimin gizliliği, düşünce ve ifade özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, kişisel verilerin kullanılması gibi pek çok temel hakkın doğrudan ihlâli olarak değerlendirilip..” şeklinde bu düzenlemeyi iptal etmiştir. Bu kapsamda trafik verilerinin sınırsızca elde edilmesi yasaya açıkça aykırıdır.

BTK, MİT, Emniyet İstihbarat, TEM ve KOM kurum ve kuruluşların Bylock kullanımı konusunda trafik verileri ile ilgili elde ettiği veriler hukuka uygun olmayıp YASAK DELİL kapsamında olup, savcılıklar ve mahkemelerce kullanılmaları mümkün değildir. Ayrıca 5651 sayılı yasanın “erişim sağlayıcının yükümlülüklerini” düzenleyen 6/1-B maddesi “sağladığı hizmetlere ilişkin trafik bilgilerinin 2 yıla kadar tutulmasını”, (D fıkrası): “bu bilgilerin kurumca (BTK) istendiğinde teslimini” hükme bağlamıştır. Bu açıdan Avea(Turktelekom), Turkcell vb. erişim sağlayıcılar, kişilere ait trafik bilgilerini hâkim kararına dayalı olarak BTK tarafından istendiğinde verebilecektir. Bu bağlamda Bylock serverına erişimi ile ilgili trafik bilgilerinin elde edilmesi konusunda hâkim kararı ve BTK yetkili olup diğer kurumların (MİT, Emniyet) yetkisi bulunmamaktadır. Bu sebeple bu usûl dışında elde edilen bütün veriler geçersizdir. Delil olarak kullanılamaz. Ayrıca trafik verilerinin 2 yıla kadar tutulabileceği yasa hükmü olduğundan, daha önceki veriler yine delil olarak kullanılamayacaktır.

        TELEKOMÜNİKASYON YOLUYLA İLETİŞİMİN DÜZENLENMESİNE İLİŞKİN YÖNETMELİK KAPSAMINDA DEĞERLENDİRME:

CMK ve 5651 sayılı Kanuna dayanan bu yönetmeliğin 4/h maddesi “Sinyal Bilgisi: bir şebekede haberleşmenin iletimi veya faturalama amacıyla işlenen her türlü veriyi; I maddesi sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi: İletişimin muhtevasına müdahale niteliğinde olmayıp yetkili makamdan alınan karar kapsamında sinyal bilgilerinin iletişim sistemleri üzerinde bıraktığı izlerin tesbit edilerek, bunlardan anlamlandırılan sonuçlar çıkarmak üzere gerçekleştirilen değerlendirme işlemlerini; J maddesi: Telekomünikasyon: İşaret, sembol, ses ve görüntü ile elektrik sinyallerine dönüştürülebilen her türlü verinin; kablo, telsiz, optik, elektrik.. vs. iletim sistemleri vasıtasıyla iletilmesi, gönderilmesi ve alınmasını” tanımlamaktadır. Yine aynı yönetmeliğin “tedbirin kapsamını” düzenleyen 7. Maddesi “İletişimin tesbiti, dinlenmesi, kayda alınması veya sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi tedbirine şüpheli veya sanık bakımından karar verilir” hükmüne yer verilmiştir. Bu bağlamda Bylock iletişimiyle ilgili olarak gerek kolluk kuvvetlerince gerekse de Cumhuriyet Savcılıklarınca sadece kişiler bazında karar verilmesi gerekmekte olup toplu karar verilmesi mümkün değildir. Yönetmeliğin 10/2 Maddesi ise; “bir suç dolayısıyla yapılan soruşturma ve kovuşturmada Cumhuriyet Savcıları veya mahkemeler tarafından; abone bilgileri, telefon numarası, elektronik cihaz bilgileri veya iletişim bağlantısının tesbitine imkân veren kodu gibi iletişimin tesbiti kapsamı dışındaki bilgiler işletmecilerden talep edilebilir.” İşletmeciler sadece bu bilgileri verecek olup, bunun dışında verecekleri “trafik bilgisi” vb. bilgiler işletmeci tarafından verilemez.

Yönetmeliğin 10/3 maddesi; BTK tarafından yürütülmeyen iletişimin tesbiti, dinlenmesi, kayda alınması ve sinyal bilgilerinin değerlendirilmesi işlemleri sonucu kanuna aykırı olarak elde edilmiş bilgiler, hukuken değerlendirilemez ve delil olarak kullanılamaz hükmündedir.

Özetle: Bylock ile ilgili sadece şüpheli ve sanıklar bakımından hâkim kararı alınarak trafik bilgisi elde edilebilir. Yetkili kurum yalnızca BTK’dır. Bunun dışında işletmecilerin verebileceği veya diğer kurumların (MİT, Emniyet) elde edebileceği hiçbir veri hukuken geçerli değildir ve Adlî mercilerce kullanılamaz!

– MİT’İN GÖREV ALANI AÇISINDAN DEĞERLENDİRME

2937 Sayılı MİT Kanunu özel statülü kanun olup, 28. Maddesi’nde diğer kanunlarda aynı konuyu düzenleyen farklı hükümler bulunması halinde bu kanun hükümlerinin uygulanacağı belirtilmektedir. Buna göre MİT’in görevlerini düzenleyen 4. Maddesi sadece önleme amaçlı görevleri saymakta olup MİT’in adlî görevi bulunmamaktadır. Bu görevlere 4/son maddesi gereğince; ek görev verilemeyeceği bildirilmiştir. MİT’in yetkilerini düzenleyen 6. Maddenin 2. Fıkrasında “..terörist faaliyetlerin önlenmesine ilişkin olarak hâkim kararıyla veya gecikmesinde sakınca bulunan hallerde 24 saat içinde hakim onayına sunulmak üzere MİT müsteşarı veya yardımcısının yazılı emriyle iletişimin tesbit edilebileceği, dinlenebileceği, sinyal bilgilerinin değerlendirilebileceği, kayda alınabileceği” düzenlenmiştir. Kanunun Ek-1 Maddesi “MİT tarafından istihbari ve dinleme amaçlı tesbit ve değerlendirme faaliyeti ile elde edilen bu bilgilerinde CASUSLUK suçları hariç Adlî mercilerce istenemeyeceği” belirtilmiştir. Özetle MİT sadece önleme, istihbari amaçla veri elde edebilecek olup; Adlî delil toplama ve kullanma yetkisi bulunmamaktadır. Ayrıca CMK 164. Maddesi: Adlî kolluk birimlerini tanımlamakta olup, MİT bu kapsamda değildir.

MİT tarafından hazırlanan Bylock teknik raporuna bakıldığında; MİT’in Bylockla ilgili elde ettiği verileri Adlî ve hukukî değil; özel yöntemlerle elde ettiği ifade edildiğinden bu teknik rapordaki tesbitlerin hukuken kullanılması mümkün değildir. Bu kapsamda Bylock sunucularının bilgisayar korsanlığı gibi yöntemlerle ele geçirildiği, tersine mühendislik, Bylock eposta hesabının kurulması 109 GB verinin transfer edilmesi gibi yöntemlerin kullanıldığı görülmekte olup, teknik rapordaki bu bulguların Adlî mercilerce kullanılamayacağı açıktır.

– VERİ/DELİL GÜVENLİĞİ AÇISINDAN DEĞERLENDİRME:

Bylock uygulamasına ait veriler MİT’in hazırlamış olduğu teknik rapora dayanmaktadır. Teknik raporun “dayanak ve yöntem” bölümünde “verilerin temin edilmesine ilişkin hassas yöntem, usûl ve araçlara yer verilmemiştir” ifadesi yer almaktadır. Buna göre MİT’in istihbari amaçla her türlü yöntemle veri toplayabildiği göz önünde bulundurulduğunda elde edilen verilerin usûl hukukumuza uygun elde edilmediğinden çıkan veriler sağlıklı, adlî delil niteliği taşımayacaktır. Bu bağlamda MİT, Bylock uygulamasını, serverını ve veri tabanını “tersine mühendislik, uzaktan kod atımı, e-posta hesabını ele geçirmesi..” gibi yöntemlerle, yani hackerlik (bilgisayar korsanlığı) yoluyla ele geçirmiştir.

Tersine Mühendislik: Bylock uygulaması tersine mühendislik, yani programın parçalanıp kodlarının çözülmesiyle kırılmıştır. Litvanya’da bulunan serverdaki Bylock uygulaması ve piyasada kullanıcılara sunulan tersine mühendislik yöntemiyle müdahale edilmesiyle elde edilmiş olup uygulamanın “doğruluğu, gizliliği ve bütünlüğü” kaybolmuştur.

Bylock Sunucusunun Kırılması: Teknik raporda “bağlantı kurulan sunucular tarafından cevap verilen kodlar” yöntemiyle Bylock Litvanya’da bulunan serverı uzaktan kod (virüs-trojen) atılarak bilgisayar korsanlığı yoluyla sunucuların ele geçirildiği ortadadır. Dolayısıyla CMK 134. Maddesinde belirtilen “hakim kararıyla bilgisayar programlarına ve kütüklerine el koyma” usûlü yerine bilgisayar korsanlığı yapılması dolayısıyla Bylock serverındaki verilerin güvenilirliği ve delil olarak kullanılması imkânı ortadan kalkmıştır. Zira usulüne göre elde edilmemiş dijital verilerin gizliliği, bütünlüğü ve doğruluğu kaybolması söz konusu olduğundan BALYOZ ASKERÎ CASUSLUK gibi dâvâlarda Anayasa Mahkemesi tarafından ihlâl kararı verilmiş ve verilen hükümler bozulmuştur. MİT tarafından uygulama sunucusu ve veri tabanını ele geçirilerek 109 GB’lık veri dosyası elde edildiği ifade edilmektedir. Rapordaki tabloya bakıldığında veri tabanlarındaki verilerin hukukî anlamda nasıl güvende tutulduğu gösterilmemiştir. Ayrıca ekleme, silme, değiştirme yapılamamasıyla ilgili hiçbir tedbirin alınmadığı ortadadır. Bunun yanında yasalarımızda yazışma muhtevalarının elde edilmesiyle ilgili olarak hiçbir kanuni düzenleme bulunmadığı halde Bylock programıyla gönderilen mesajların çözüldüğü görülmektedir. Ayrıca Bylock kullanıcısı olarak açılan DASHJOHN@yandex.com e-posta hesabının yerine korsanlık yöntemiyle kırılarak açıldığı ve hukukî dayanaktan uzak olarak delillerin teknik rapora yansıdığı görülmektedir.

Özetle tersine mühendislik; uzaktan kod atımı, e-posta hesabının kırılması gibi yöntemler ceza usûlünde bulunmamaktadır. Bu haliyle Bylock uygulaması, sunucuları ve veri tabanlarına “veri ekleme, çıkarma, silme” gibi işlemlerin yapılabilmesi mümkün olduğundan delil/veri güvenliği kaybolmuştur.

Ayrıca Anayasa Mahkemesi’nin 2013/7800 sayılı BALYOZ kararında “Dijital verilerin bir gerçekliği kesin olarak temsil ettiğinin söylenemeyeceği” ifade edilmiştir. Bu haliyle Bylock uygulama ve sunucularından elde edilen veriler TCK’daki hiçbir suça (terör örgütü dahil) bir delil ve temel teşkil edemez.

– BYLOCK KULLANICILARI TERÖR ÖRGÜTÜ ÜYESİ KABUL EDİLEBİLİR Mİ?

Yargıtay 16. Ceza dairesinin 2016/3380 E. 2016/3872 K. Sayılı kararında pek çok emsal kararda (2015/1069 E. 2015/840 K. Ve Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 1995/9-306 E. 1995/383 K. gibi) görüleceği üzere “silâhlı terör örgütü üyeliği” suçunun, “silâhlı bir örgütün kuruluş amaçlarını, faaliyet ve eylemlerini benimseyerek gönüllü olarak örgüt hiyerarşisine dahil olmayı tercih etmek suretiyle” işlenebileceği; “Bu bakımdan eylemin iradi olması ve örgüte iştirak bilinç ve iradesiyle” hareket edilerek “kasten” işlenebileceği ifade edilmektedir. Ayrıca “yasadışı örgüte kesintisiz, sürekli, uzun zaman devam eden yardımın” ve lojistik desteğin bulunması gerektiği, “kısa bir eylemin organik bağ ifade etmediği”, aksi takdirde fiilin yasadışı örgüt suçunu değil, suçun bilerek yardım suçunu oluşturduğu açıklanmıştır. Yani sanığın örgüte kesintisiz, çeşitli, sürekli devam eden bir yardımı ve örgütün hayatta kalması için somut faaliyetlerinin bulunması gerektiği belirtilmiştir. Ayrıca örgüte üyelik için, örgüt organlarının üye olarak kabul etmesi gerektiği, tek yanlı olarak üye olunamayacağı ifade edilmiştir.

Özetle silâhlı terör örgütü üyeliği; hiyerarşi, süreklilik, fonksiyonel katkı ve örgüt yöntemiyle organik bağ ile mümkün olabilmektedir. Bu sebeple dünya çapında herkesin ulaşıp indirebileceği ve kullanabileceği bir program dolayısıyla örgüt üyesi suçlaması sadece VARSAYIMdan ibaret olacaktır. Yargıtay 6. Ceza Dairesinin 2014/13245 E. 2014/41184 K. Sayılı kararında “Ceza yargılamasının asıl amacının maddî gerçeği ortaya çıkarmak olduğu, maddî gerçeğe ulaştıracak aracın ise yasal deliller olduğu” açıklanmıştır. “Birtakım VARSAYIMlara dayanarak karar verilmesi Ceza Muhakemesinin amacına kesinlikle aykırıdır. Eylem ya da eylemlerin bir suç olup olmadığının belirlenmesi için eylemlerin önce işlenip işlenmediği sorusunun çözülerek yargılamaya başlanması gerektiği” belirtilmiştir. Dolayısıyla herkesin kullanımına açık Bylock programı sebebiyle bir varsayım oluşturularak terör örgütü üyeliği suçlaması temelsiz olup hukuki anlamda geçersizdir.

adalet.biz

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

DURUSMA

Ceza yargılaması duruşmalarında nelere dikkat edilmesi gerekir?

1-Duruşmada sırasında hakim, sanıklara alaycı ifadeler kullanamaz ve savunması ile dalga geçemez.

2-Savunmanızda istedikleri cevapları alamayınca yada siyasileri kızdıracak  cevaplar alınca savunmaya müdahale edip konuyu değiştiren hakim, ihsası reyde bulunmuş sayılır.

3-CMK’nun 148. Maddesi gereğince sanığın savunması özgür iradesine dayanmalıdır.Bunu engelleyecek şekilde kötü davranma, tehdit, aldatma yapılamaz.
Savunma olarak söylenen sözler değiştirilemez.Söylenenler aynen tutanağa geçirilmelidir.

4-Savunmada söylenenlerin tutanağa aynen geçirilmesi gibi sanığa, hakim-savcının söylediği sözlerin de talep üzerine tutanağa yazılması ZORUNLUDUR.

5-Savunma yapan kişiye yönelik hakimlerin “ihsası rey” yani kararlarından önce kanaatlerini ortaya koyan sözlerini mutlaka YAZDIRILMALIDIR.
Yazmak istemezlerse kendi beyanınız olarak “biraz önce şunu dediniz ” diyerek tutanağa yazdırabilirsiniz ve o hakimi CMK’nun 24. Maddesi uyarınca REDDEDEBİLİRSİNİZ .

7-Savunmanızla dalga geçen,söylediklerinizi tutanağa tam olarak yazmayan hakimleri reddedebilir ve sonuç alamasanız bile HSYK’ya mutlaka şikayet edebilirsiniz.

8-Duruşmadaki hukuksuzluklara asla rıza göstermeyin. Yasal haklarınızı bilin ve tüm haklarınızı sonuna kadar kullanın.

YASAL HAKLARINIZI KULLANMAK SİZİ SUÇLU YAPMAZ.AKSİNE HAKLARINIZI KULLANMAZSANIZ SUÇLANABİLİR VE MAHKUM OLMA İHTİMALİNIZ ARTAR

 

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Ağır Ceza Mahkemesi Örğüt Üyeliği iddiası Savunma Örneği

AÇIKLAMALAR

Hakkımda TCK.314/2 maddesine atıfla Terör Örgütü üyesi suçlamasıyla dava açılmıştır. Bu suçlama hukuken doğru olmadığı gibi Hukuk Devletinde de isnat edilen ve suç olduğu iddia edilen eylemler gerekçe gösterilerek dava açılması da kabul edilemez.

İddianamede terör örgütü üyesi olduğuma dair tarafıma yöneltilen suçlamalar şunlardır;

  • SENDİKA ÜYESİ OLMAK
  • AKTİF SEN İSİMLİ SENDİKAYA ÜYE OLMAK
  • SENDİKAYA ÜYE OLMASINDAN DOLAYI İHRAÇ EDİLMİŞ OLMAK
  • DERNEK ÜYESİ OLMAK
  • DERNEK YÖNETİCİSİ OLMAK
  • KİMSE YOKMU DERNEĞİNE BAĞIŞ YAPMAK
  • FACEBOOK VE TWİTTER DA PAYLAŞIM YAPARAK, HÜKÜMETE KARŞI KAMUOYU OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAK
  • YAPTIĞI PAYLAŞIMLARDA ÖRGÜT MENSUPLARINI ÖVÜCÜ İFADELER KULLANMAK
  • ADLİYE ÖNLERİNDE PROTESTOLARA KATILMAK
  • BANKASYA’YA PARA YATIRMAK
  • BANKASYA’DA AKTİF HESABININ OLMASI
  • KHK İLE KAPATILAN OKULLARDA ÇOCUĞUNU OKUTMAK, KAYDINI ALDIRMAMAK
  • KHK İLE KAPATILAN DERSHANELERDE ÇOCUĞUNU OKUTMAK, KAYDINI ALDIRMAMAK
  • CHP’YE OY İSTEMEK
  • ZAMAN GAZETESİ ABONESİ OLMAK,
  • SOHBETLERE KATILMAK,
  • TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA KATILMAK
  • ÜNİVERSİTE YILLARINDA SOHBETLERE KATILMAK
  • KHK İLE KAPATILAN YASAKLI YAYINEVLERİNE AİT YAYINLARI EVİNDE BULUNDURMAK,
  • EVİNDE FETHULLAH GÜLEN’E AİT CD VE KİTAPLARI BULUNDURMAK,
  • EVİNDE SIZINTI DERGİSİ, YENİ BAHAR DERGİSİ BULUNDURMAK,
  • F SERİSİ 1 DOLARIN BULUNMASI
  • KHK İLE KAPATILAN KURUMLARDA ÇALIŞMIŞ OLMAK,
  • ASYA TERMAL OTELDE KALMAK
  • HİMMET VERMEK,
  • KURBAN VERMEK
  • BURS VERMEK
  • BYLOCK KULLANMAK
  • DİGİTÜRK ABONELİĞİNİ İPTAL ETMEK
  • EL KONULAN ŞİRKET ORTAĞI OLMAK
  • SOHBETE GİDİLDİĞİNE YA DA CEMAATTE OLUNDUĞUNA DAİR TANIK İFADESİ
  • YURTDIŞINA GİTMEK

 

Hukuk devletinin sağlamakla yükümlü olduğu hukuk güvenliği, devletin de yasal düzenlemelerinde bu güven duygusunu zedeleyici yöntemlerden kaçınmasını gerektirir. Örneğin hukuk güvenliğinin olduğu bir ülkede, bir sabah kalktığınızda çocuğunuzu gönderdiğiniz okuldan dolayı terörist listesine alınmazsınız. Her ay evinize yakın bankaya yaptığınız fatura ödemeleriniz bir gün karşınıza meslekten ihraç gerekçesi olarak çıkmaz. Bir derneğe üye olduğunuzdan dolayı tutuklanmazsınız. Okuduğunuz kitabı ya da gazeteyi aldığınız kurum kapatıldığı için gözaltına alınma tehdidi ile karşı karşıya kalmazsınız. Devletin kontrolünde ve izni ile açılan bir sendika üyeliğiniz nedeniyle açığa alınmazsınız. Ne yazık ki, ben hayatımda yasadışı hiçbir iş ve eylem içinde olmamama rağmen bir sabah kendimi terör örgütü üyesi olarak ilan edilmiş buldum.

Hukuk devletinde, bir eylemin suç olup olmadığını siyasi makamlar ve/veya siyasetin etkisindeki kurumlar ve onların konjonktüre göre değişiklik arz edebilen fikir ve görüşleri değil, yasalar belirler. “Kanunsuz suç ve ceza olmaz” ilkesine göre, suç ve ceza ancak yasayla konulabilir. Yasa tarafından suç olarak belirlenmemiş hiçbir eylem suç olmayacağı gibi Anayasal güvence altına alınmış temel hak ve özgürlük kapsamında yapılan faaliyetler gerekçe gösterilerek te insanlar terör örgütü üyesi kabul edilemez, edilmemelidir.

İzah edeceğim üzere, tarafıma yöneltilen suçlama haksız olduğu gibi isnat edilen suçun unsurlarının benim açımdan gerçekleşmemesi nedeniyle de suçlama haksız ve hem ulusal hem de evrensel hukuk ilkelerine de açıkça aykırıdır.

TCK’nın 314. Maddesinde düzenlenen Terör Örgütü kurma, yönetme ve üyeliği suçu ile, yasada sınırlı olarak sayılan amaç suçları (bu kısmın 4.ve 5.bölümünde yer alan) işlemek üzere; 1-Silahlı örgüt kuran, 2-Yöneten, 3-Üye olan kişiler cezalandırılmaktadır. Maddede yer alan bu kısmın 4.ve 5.’nci bölümündeki suçlar şunlardır;

Dördüncü Bölümde; Devlet Güvenliğine Karşı Suçlar başlığı adı altında Devletin Birliğini ve Ülke Bütünlüğünü Bozmak (TCK 302), Düşmanla işbirliği yapmak (TCK 303), Devlete Karşı Savaşa tahrik (TCK 304), Temel Milli Yararlara Karşı Hareket (TCK 305), Yabancı Devlet Aleyhine Asker Toplama (TCK 306), Askeri Tesisleri Tahrip ve Düşman Askeri Hareketleri Yararına Anlaşma (TCK 307), Düşman Devlete Maddi ve Mali Yardım suçları (TCK 308),

Beşinci Bölümde; Anayasal Düzene ve Bu Düzenin İşleyişine Karşı Suçlar başlığı adı altında Anayasayı İhlal (TCK 309), Cumhurbaşkanına Suikast ve Fiilli Saldırı (TCK 310), Yasama Organına Karşı Suç (TCK 311), Hükümete karşı Suç (TCK 312), Türkiye Cumhuriyeti Hükümetine Karşı Silahlı İsyan (TCK 313) suçlarıdır.

Maddede sınırlı sayıda sayılan suçlar “AMAÇ SUÇ” niteliğinde olup “SİLAHLI ÖRGÜT” oluşturulması ile belirlenen bu amaçlara yönelik devlete karşı ağır ve yakın zarar tehlikesi olabilecek nitelikte hazırlık hareketleri olması nedeniyle TCK’nın 314’üncü maddesindeki suç “ARAÇ SUÇ” niteliğinde sayılmıştır.

Failin terör örgütü üyesi olarak kabul edilebilmesi için, kuruluşu, örgütün amacı, stratejisi, yapılanması ve faaliyetleri itibariyle, 3713 sayılı yasanın 4928 sayılı yasa ile değişik 1.maddesinde tarifini bulan cebir şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit yöntemlerinden biriyle Anayasada belirtilen Cumhuriyetin niteliklerini, siyasi, hukukî, sosyal, laik, ekonomik düzeni değiştirmek, Devletin ve Cumhuriyetin varlığını tehlikeye düşürmek, Devletin otoritesini zaafa uğratmak veya yıkmak veya ele geçirmek amacıyla kurulmuş terör örgütünün varlığı şarttır.

Bu itibarla örgüt üyeliği suçunun oluşması için, bu maddenin 1. fıkrasında yazılı suçları işlemek için oluşturulan silahlı bir örgütün bulunması veya böyle bir örgütün yöneticilerinin herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde durumlarının hukuken belirgin olması gerekir. Bu itibarla, örgütün “silahlı örgüt” niteliğinde olup olmadığının hiçbir kuşkuya yer bırakmayacak şekilde belirlenmesi yönünden Emniyet Genel Müdürlüğü’nden bilgi alınması varsa örgütün tüzük ve programının onaylı örneklerinin getirilerek dosya içerisine konulması, örgüt elemanlarınca gerçekleştirilmiş silahlı eylemler bulunup bulunmadığının soruşturulması ve sonucuna göre failin hukukî durumunun tayin ve takdiri gerekir

Örgüt üyeliği suçu temadi eden bir suçtur. Fiilin icrası örgüt üyeliği süresince devam ettiğinden suç tarihinin kesintinin gerçekleşeceği,üyeliğin sona erdiği ya da yakalanma tarihi olarak kabul edilmesi gerekmektedir.

“Örgüte üye olma ve örgüt adına suç işleme suçu temadi eden suçlardandır, hukuki ve fiili kesinti gerçekleşinceye kadar gerçekleşen eylemler tek suç sayılır…”, (9 CD. 26/02/2013 tarih ve 2012/11086-2868 E/K sayılı kararı). “Silahlı terör örgütü üyesi olan sanığın suçu temadi eden suçlardan olduğundan 30.3.2004 olan yakalanma tarihi suç tarihi olduğu gözetilmeden 1996 yılı ve öncesi yazılması, mahallinde düzeltilmesi mümkün görülmüştür”, (9.CD. 06.03.2007 gün ve 2007/2495 E. 2007/1358 K.).

Sanığın TCK’nın 314. maddesinden cezalandırılabilmesi için işlediği suçun Türkiye Cumhuriyeti’ne karşı işlenmiş olması gerekir. Bu suç için genel kasıt yanında özel kastın da bulunması gerekir. Örgüt belli bir amaç için kurulduğundan, failde bu amaca yönelik özel kasıt bulunmalıdır. Silahlı örgütün amacı örgüte katılanlar tarafından da bilinmelidir.

Örgütü yönetmek ve kurmak bakımından özel kasıt, belirli amaçları gerçekleştirmek için silahlı çete kurmak ve bu örgütü yönetmek iradesidir.

Silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden somut olaydaki özelliklere göre kişinin konumunun örgüt üyesi sayılmasını gerektirecek boyuta ulaşıp ulaşmadığının ispat ve belirlenmesi gerekmektedir.

Bu suçun manevî unsurunu örgütün belli amaçlarını silahlı olarak gerçekleştirme gayesini (özel kastı) bilerek ve isteyerek örgüte girme iradesi oluşturduğuna göre herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde failin bu özel kastının dosyadaki kanıtlarla hukuken belirlenmesi gerekir. Failin örgüt gayesini benimsemiş olup olmadığı deruni bir nitelik arz ettiğinden bu durumun kanıtlanması, ancak iradenin bir dışa yansıması olan hareketleri ve bunu bilen bir tanık anlatımı veya aynı kanaati verebilecek kanıtlarla anlaşılabilir. Bu özel kastın dosyadaki kanıtlarla hukuken belirgin olması gerekir. Sanığın örgütün gayesini benimsediğini açığa çıkaracak nitelikteki hareketlerinin saptanması gerekir.

BU İTİBARLA FAİLİN SADECE ÖRGÜTÜN BENİMSEDİĞİ SİYASAL İDEOLOJİYE VE GÖRÜŞE SAHİP OLMASI, YAKINLIK DUYMASI, YANİ ÖRGÜTÜN SEMPATİZANI OLMASI, SOYUT OLARAK ÖRGÜTE VEYA İDEOLOJİSİNE AİT ESERLERİ OKUMASI, BULUNDURMASI İLE SINIRLI EYLEMLERİ ONUN SİLAHLI ÖRGÜTÜN SAİR EFRADI SAYILMASI KABULÜNE ELVERİŞLİ DEĞİLDİR.

Örgüte üye olmaktan anlaşılması gereken, örgütü kuranlar veya yönetenler dışında kalmakla beraber, örgütün amaçlarını benimseyerek verilecek görevleri yerine getirmeye hazır olmak üzere örgütün hiyerarşik yapısına dâhil olmaktır.

Bu bakımdan sadece örgütün programının, örgüt faaliyetlerinin benimsenmesi yeterli değildir. Örgüte katılanın örgüte bir katkı sağlaması gerekir. Bu katkının maddî olması ise şart değildir. Örgüt üyesi tarafından bir görevin üstlenilmesi hâlinde, cezalandırılmak için üstlenilen bu görevin yerine getirildiğinin ispatı gerekmez. Örgüt açısından bu kişinin gerektiğinde kullanılabileceğini bilmek de örgütü güçlendiren bir katkıdır. Bu bakımdan bu kişinin sadece varlığı bile üye olmak için yeterli olacaktır. Böylece örgüte üye olma fiili, örgüte kendi gücünü, enerjisini sunma, istendiği zaman kendisinden yararlanılabileceğini kabul etme, örgütü en azından potansiyel olarak güçlendirme şeklinde açıklanabilir.

Örgüte sadece sempati duymak ya da örgütün amaçlarını, değerlerini, ideolojisini benimsemek, buna ilişkin yayınları okumak, bulundurmak, örgüt liderine saygı duymak örgüt üyeliği için yeterli değildir.

Kişi örgüt üyesi olma konusunda istekli olabilir; ancak bu isteği kabul görmediği sürece kendi başına örgüt üyesi olması mümkün değildir. Aksi takdirde, örgüte zarar vermek isteyen kimselerin de hiçbir onaya gerek olmaksızın örgüte dâhil olmaları ve örgütün yapısına ve varlığına zarar vermeleri söz konusu olabilecektir. Örgüt yöneticilerinin örgüt kapsamında işlenen suçlardan fail olarak sorumlu tutulması da göz önünde bulundurulduğunda bu husus daha iyi anlaşılacaktır.

Yargıtay da tek taraflı irade beyanıyla örgüte üye olunamayacağını kabul etmiştir:” Failin salt silahlı örgüte ilgi duyması, örgüte katılmak için zemin arayışına girmesi, bu amaçla kendisini örgüte ulaştırabilecek kişilerle temasa geçmeye çalışması ve örgüt mensuplarıyla görüşüp buluşmadan, salt örgüte katılmak amacıyla başka bir bölgeye yolculuk yapması eylemlerinin silahlı örgüt üyeliği suçunun oluşumu için yeterli olmadığı…” (Yargıtay CGK., 10.062008, 270 E/164 K)

Örgüte üyelik, kişinin örgütteki rolünü bilmesi şartıyla örgütün kurulması anında da mümkündür.

Silahlı örgüte üye olmak, 314’üncü maddenin 1’inci fıkrasında nitelikleri belirtilen örgüte katılmayı, bağlanmayı, örgüte hâkim olan hiyerarşik gücün emrine girmeyi ifade etmektedir.

Bir örgüte katılmakla kişi, örgüt üyeliğini kabul etmiş sayılmaktadır. Örgüt üyeliğinin gerçekleşmesi, örgüte katılma iradesinin herhangi bir somut davranışla ortaya konulması ve bu iradenin devamlı katılmaya yönelik olması gerekir.

Failin eylemlerinde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk varsa, örgüt üyesi olduğu kabul edilir. Uygulamada silahlı terör örgütünün kırsaldaki mensuplarıyla irtibata geçerek örgüte malzeme temin etme, kılavuzluk ve kuryelik yapma, istihbari bilgi toplama, askeri ve siyasi eğitim ve kod adı alma, örgütsel ders alıp verme, özgeçmiş raporu verme gibi çeşitlilik ve süreklilik gösteren eylemlerin örgüt üyeliği suçunu oluşturacağı kabul edilmektedir: “Sanık savunmaları, tanık beyanları, tutanaklar ile tüm dosya kapsamından, sanığın 1995 yılında PKK terör örgütü mensupları tarafından kırsala kaçırıldığı, bu tarihten teslim olduğu 30.4.2004 tarihine kadar yaklaşık 10 yıl kendi isteği ile örgüt içinde kaldığı, örgüte ait, Irak’da bulunan çeşitli kamplarda siyasi ve askeri eğitim aldığı, kendisine kaleşnikof silah verildiği, istihbarat görevini üstlendiği, örgüt içinde “Hücum” kod adını kullandığı, dolayısıyla silahlı örgütün üyesi olduğu anlaşılmış olup..”, (9.CD. 16.02.2006 gün ve 2005/7021 E. 2006/859 K.)

Eylem tek veya az sayıda ise, niteliğine bakılır. Örneğin; bir organizasyon dâhilinde kırsala adam gönderme gibi bir fiil, ancak hiyerarşik yapı içinde bulunan örgüt üyesince yapılabilecek olan faaliyet olarak kabul edilmesi gerekir. Üye olmayan kişiler yol-yöntem ve muhatap bilmediğinden dağa adam gönderemeyeceği gibi örgüt dahi tanımadığı, güvenmediği ve görevlendirmediği kişilerin gönderdiği elemanları güvenlik gerekçesi ile kabul etmez. Bunlar artık yardım eden değil, üyelerdir: “Terör örgütlerinin yurt içi ve yurt dışındaki kamplarına örgüte katılmak üzere eleman göndermenin, bu örgütlere üye sağlamanın başlıca yollarında biri olduğu, terör örgütlerinin amaç suçun işlenmesi yolunda güven, disiplin ve sıkı irtibata önem veren iş bölümüne dayalı, hiyerarşik düzene sahip yapılar olarak istihbarat, gizlilik, güvenlik ve denetim konularında duyarlı oldukları, işleyiş ve yapılanma itibariyle bu özellikleri gösteren terör örgütlerinin, örgütün “hiyerarşik yapısına” dâhil edilmek üzere gönderilen elemanları, irtibat hâlinde olmadıkları, güvenilir bulmadıkları, denetlemedikleri kaynaklardan kabul etmeyecekleri gibi, gizlilik ve güvenlik kuralları ile hiyerarşiye uymayan kişilerin bu tür faaliyetlerine de izin vermeyecekleri, terör örgütlerine yeni eleman temin etme, barındırma, gönderme veya ulaşımını sağlama gibi faaliyetlere ilişkin organizasyonun örgütsel yapı dışında değerlendirilmeyeceği göz önüne alındığında, somut olay bakımından, silahlı terör örgütüne yardım suçundan mahkûm olan sanık H.C. aracılığıyla, G.A. ve S.A’nın PKK terör örgütünün dağ kadrosuna katılmaya karar verdiklerini öğrenen sanık S.K’nin, adı geçen kişilerin örgütün kırsaldaki kampına katılmalarını sağlamak üzere örgütçe yapılan organizasyon dâhilinde bir kod adı kullanıp gizliliğini de sağlayarak gençlerle telefon aracılığıyla irtibat kurduğu, uzun süren telefonlaşmalar sonrasında, yapılan plan gereğince 05.11.2006 günü sabahı yine telefon ederek kendilerini alacağını ve hazırlanmaları gerektiğini söylediği, öğlen vakti Silopi ilçe merkezine gelince yeniden aradığı ve buluştuklarında tanışıp yanlarına kimliklerini de almalarını sağlayarak kendi aracıyla yola çıktıkları, yolda bir çevirme olması hâlinde Şırnak’a, orayı geçince de Uludere’ye gidildiği ve akraba olduklarını söylemeleri konusunda uyarıda bulunduğu, kendilerini karşılayacak örgüt mensupları ile cep telefonundan görüşmeler yaptığı, sınır bölgesindeki buluşma noktasına geldiklerinde kendilerini bekleyen örgüt mensubuna beraberindekileri teslim ederek geri döndüğü, G.A. ile S.A’nın örgüt mensubu ile birlikte kendilerini bekleyen araçla örgütün yurtdışındaki bir kampına götürüldükleri olayda; belli bir organizasyon dâhilinde ve gizlilik çerçevesi içinde hareket ederek örgüte katılmak isteyen kişilerle irtibata geçip onları kendi aracıyla uzun süren bir yolculuk sonrası doğrudan örgüt mensuplarına teslim eden sanığın eyleminin silahlı terör örgütü üyesi olma suçunu oluşturacağı..”, (9.C.D, 09.02.2012 tarih, Esas No: 2009/22491-Karar No: 2012/1684)

Aynı şekilde esnafa örgütsel güç, temsil ve organizasyonla kepenk kapattırılması eylemini yaptıran kişiler de örgüt üyesi olarak kabul edilmelidir. İş yeri sahibi esnaf, örgüt adına ve temsilen talimat ve talebi kendisine getiren kişileri dinler, aksi hâlde ciddiye alıp kepenkleri kapatmayacaktır: “Terör örgütlerinin amaç suçun işlenmesi doğrultusunda cebir ve şiddet kullanarak baskı, korkutma, yıldırma, sindirme veya tehdit biçiminde ortaya çıkan terör yöntemlerine başvurdukları, “kepenk kapattırma” olarak anılan eylemin de bu yöntemler kullanılarak gerçekleştirilen, örgütün toplumsal etkinliğini, zorlayıcı gücünü ortaya koymayı ve yoğun propagandasını amaçlayan, genellikle PKK terör örgütü tarafından benimsenip örgütçe önemli kabul edilen günlerde iş yerlerini açtırmamak şeklinde uygulanan bir eylem türü olduğu, niteliği, etkileri ve sonuçları bu şekilde ortaya çıkan eylemin örgütün hiyerarşik yapısı içinde kararlaştırılmadan, anılan terör yöntemleri mağdur esnaf üzerinde örgütün zorlayıcı etkisini temsil eden kişilerce kullanılmadan, icrası ve sonuçları örgütçe denetlenip takip edilmeden gerçekleştirilemeyeceği, eylemin amacına uygun olarak gerçekleştirilebilmesinin talimatın örgütsel niteliğinin mağdurlara iletilmesine, talimatı iletenlerin örgütsel kimliklerinin belirgin olmasına ve talimata uymama hâlinde karşılaşılacak zora dayalı örgütsel yaptırımların bilinmesine bağlı olduğu, somut olay bakımından; örgütün amaçları doğrultusunda yayın yapan internet siteleri ve televizyon kanalının bir gün sonraki eyleme ilişkin çağrılarına uygun olarak hareket eden, iş yerlerine girip çıkmayı kolaylaştırmak, örgütsel faaliyetlerini gizleyebilmek için meşru olan başka bir iş yaptıkları izlenimi vermek üzere organize hareket eden ve daha önce de bir çok kez yaptıkları gibi geniş bir alandaki esnafa eylem çağrıları doğrultusunda iş yerlerini açmamaları yönünde bildirimde bulunup sonuç alan sanıkların, eylemlerinin işleniş biçimi ve niteliğinden hareketle örgütün hiyerarşik yapısına dâhil örgüt üyeleri olarak kabul edilip TCK’nın 314/2. maddesi uyarınca örgüt üyesi olarak cezalandırılmaları gerekirken..”, (9.C.D, 12.03.2012 tarih, Esas No: 2012/690-Karar No: 2012/3444)

Örgüt üyesi olmak, örgütün amacını bilerek ve bu amacı benimseyerek örgüte girmektir. Yargısal kararlarda da kabul edildiği üzere; illegal örgütsel faaliyet ve örgüt üyeliğinin oluşması aşama aşama gelişir; önce sempatizanlar saptanır, ardından bunlara siyasî ve ideolojik bilinç verilir, daha sonra kitle eylemlerine katılmaları sağlanılarak cesaretleri geliştirilir. Son aşama ise failin silahlı çetenin kurulma amacını (özel kastı) bilerek ve isteyerek (kabul ederek) örgütün kurulma amaçlarını gerçekleştirme amacıyla örgüte girme – katılma iradesini açıklayarak örgüt ile (örgütün hiyerarşik yapısına dâhil kent kadrosundaki mensupları ile) organik bağ içerisine girilmiş olur. Bu aşamada failin mutlaka örgütün dağ kadrosunda olması söz konusu değildir. Bazen de bu olmadan fail örgüt ile girdiği organik bağ çerçevesinde alt yapı ve taban oluşumuna, yine geri cephe ve kent çalışmalarına yönelik yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilik gösteren kent faaliyetlerinde bulunur. Örneğin örgüte ait bildiri dağıtılması yine, örgüte müzahir kitlelere yönelik basın yayın faaliyeti, örgüte adam kazandırma, para toplama v.s. eylemlerde bulunmak gibi.

Kişilerin özgür iradesiyle örgüt üyesi olmaya karar verip harekete geçtiklerinde bu suç oluşacaktır. Genelde kişiler, örgüte katılmaya karar verinceye kadar bir propaganda sürecinden geçirilmekte, bunun sonucunda iradesini açıklamakta ve sonrasında örgüt içi eğitime alınmaktadır. Burada propaganda sürecinde henüz katılma iradesi açıklanmadığından bu suçun oluşmadığı kabul edilmelidir. Ancak katılma iradesi ortaya konulup harekete geçilmesiyle suç tamamlanmış olur. İradenin ortaya konmasından sonra eğitim alınması, bu suçun oluşması için “unsur” değildir. Burada “eğitim alma”, örgütsel bir faaliyet niteliğindedir. “Eğitim alma” faaliyetinin unsur olarak kabul edilmesi hâlinde kişilerin örgüte katılmasına hukuk düzeninin izin vermesi anlamına gelebileceği, bunun da kanunun korumak istediği amaçla bağdaşmayacağı, hâlbuki örgüt üyeliği suçunun tehlike suçu olduğu, kişilerin karar verip harekete geçmesiyle toplumsal tehlikenin oluştuğu, sanığın bu aşamadan sonra yani örgüte katılıma karar verip harekete geçtikten sonra pişman olması hâlinde etkin pişmanlık hükümlerinin uygulanmasının söz konusu olacağı açıktır. Aksi hâlde örgüt üyeliği suçu bakımından ve örgüt adına suç işlememiş örgüt üyeleri bakımından 5237 Sayılı TCK’nın 221. maddesinin 2-3. fıkrasında düzenlenen etkin pişmanlık hükümlerinin uygulama alanı büyük ölçüde ortadan kalkacaktır.

ÖRGÜT ÜYELİĞİ SUÇU İÇİN ÖZEL KASTIN BULUNMASI GEREKİR.

Bu suç için genel kasıt yanında özel kastın da bulunması gerekir. Örgüt belli bir amaç için kurulduğundan, failde bu amaca yönelik özel kasıt bulunmalıdır. Silahlı örgütün amacı örgüte katılanlar tarafından da bilinmelidir.

Örgütü yönetmek ve kurmak bakımından özel kasıt, belirli amaçları gerçekleştirmek için silahlı çete kurmak ve bu örgütü yönetmek iradesidir.

Silahlı örgüt üyeliği, örgütün amacını gerçekleştirinceye kadar uzun süreli faaliyetleri gerektirdiğinden somut olaydaki özelliklere göre kişinin konumunun örgüt üyesi sayılmasını gerektirecek boyuta ulaşıp ulaşmadığının ispat ve belirlenmesi gerekmektedir.

Bu suçun manevî unsurunu örgütün belli amaçlarını silahlı olarak gerçekleştirme gayesini ( özel kastı) bilerek ve isteyerek örgüte girme iradesi oluşturduğuna göre herhangi bir duraksamaya yer vermeyecek şekilde failin bu özel kastının dosyadaki kanıtlarla hukuken belirlenmesi gerekir. Failin örgüt gayesini benimsemiş olup olmadığı deruni bir nitelik arz ettiğinden bu durumun kanıtlanması, ancak iradenin bir dışa yansıması olan hareketleri ve bunu bilen bir tanık anlatımı veya aynı kanaati verebilecek kanıtlarla anlaşılabilir. Bu özel kastın dosyadaki kanıtlarla hukuken belirgin olması gerekir. Sanığın örgütün gayesini benimsediğini açığa çıkaracak nitelikteki hareketlerinin saptanması gerekir.

Bu itibarla failin sadece örgütün benimsediği siyasal ideolojiye ve görüşe sahip olması, yakınlık duyması, yani örgütün sempatizanı olması, soyut olarak örgüte veya ideolojisine ait eserleri okuması, bulundurması ile sınırlı eylemleri onun silahlı örgütün sair efradı sayılması kabulüne elverişli değildir.

Kanun, silahlı örgüte üye olmayı ayrıca cezalandırmaktadır. Kast, failin, silahlı  bir  örgüte üye olduğunu bilmesi  ve istemesidir. Bu konuda esaslı hata, fiili hata olur ve kastı kaldırır. Suçun taksirli biçimi yoktur.(Prof Zeki HAFIZOĞULLARI, TCK’ da Örgütlü Suçluluk Makalesi)

Benim suç işlemek için hareket ettiğim ya da suç işlendiğini veya suç işleneceğini bilerek herhangi bir oluşumun içerisine girdiğime dair somut tek bir delil ortaya konulmamıştır, konulması da mümkün değildir. Ne hain darbe girişimiyle doğrudan ya da dolaylı bir ilgim var ne de bu şekilde bir suç işleneceğini bilerek herhangi bir grubun, cemaatin, örgütün içerisine girmem söz konusu değildir, olamaz.

 

ÖRGÜT ÜYELİĞİNİ BELİRLEMEDE KULLANILACAK ÖLÇÜTLER

Doktrin ve uygulamada bir şüpheli veya sanığın örgüt üyesi olup olmadığının belirlenmesinde bazı ölçütlerden yararlanılabileceği belirtilmektedir. Bu ölçütler; 1- Organik bağ, 2- Eylem ve faaliyetlerde süreklilik, çeşitlilik ve yoğunluk, 3- eylemin niteliği olarak sayılmaktadır.

 

  1. aa) Organik bağ ölçütü- Asıl olan kriterdir

TCK 220/7. maddede, örgüt üyesi olmanın, örgütün hiyerarşik yapısına dahil olmayı gerektirdiği ifade edilmiştir. Örgüt hiyerarşisine katılmak, örgüt yapısıyla organik bağ kurulması anlamına gelmektedir. Bu organik bağın, kesintiye uğramaksızın devam ediyor olması gerekir. Örgüt üyesinin hiyerarşik ilişkiyi canlı tuttuğunu, devam ettirdiğini belirleyen organik bağın varlığı çeşitli yollarla kanıtlanabilir. Kanıt olarak belirlenen olgu ve emareler her bir örgüt yapısı bakımından farklılık arzedebilir.

  1. bb) Eylem ve faaliyetlerin sürekliliği, çeşitliliği ve yoğunluğu ölçütü

Silahlı Terör Örgütlerle ilişki kuran ve örgüte yardım edenlerin örgütle organik bağları her zaman kanıtlarla ortaya konulamaz. Hatta silahlı örgüte yardım edenlerle üyelerinin hukuki durumları bu noktada karıştırılabilmektedir. Uygulama bu durumlarda failin tek tek ele alındığında örgüte yardım olarak görülebilecek eylem ve faaliyetlerini değerlendirmeye almakta, bunların gösterdiği yoğunluk, süreklilik ve çeşitlilikten hareketle örgütle organik nitelikgösteren bağın kurulmuş olup olmadığı saptanmaya çalışılmaktadır.

Örgüt adına bir eylem yapmadığı takdirde üye olmanın kanıtlanmasında güçlük bulunmaktadır. Bu bakımdan, örgütle üyelik bağları içerisinde olduğuna ilişkin diğer emarelerin bulunması durumunda, failin örgüt adına eylem yapma veya eylemlere katılmasının, örgüt üyeliğini kanıtlayabileceği düşünülmelidir. Bu anlamda, örgüte üye kazandırmaya yönelik olarak faaliyetlerde bulunan bir kişinin, örgüt üyesi olduğunun düşünülmesi yanlış olmayacaktır. Benzeri bir şekilde, kimi eylemlerin örgüt üyeliğine işaret edilebileceği söylenebilir.

Örneğin, “yasa dışı örgütün talimatıyla gerçekleştirilen kepenk kapatma eylemine katılmaları için esnafı dolaşan” sanık, “DHKP/C örgütüne giren, örgütsel çalışmalara katılan, bildiri dağıtan, pankart asılması için talimat veren ve asan, örgüte ait kitap ve dergileri lise öğrencilerine dağıtıp, kendilerini yetiştirmelerini isteyen, kod adı alan, henüz örgüte girmeyen kişilere siyasi ve ideolojik bilinç vererek onların birtakım kentsel eylemlere katılmalarını sağlayarak cesaretlerini geliştirmeye çalışan” veya “PKK örgütünün alt birimine katılıp okulda örgüte adam kazandırma ve taban oluşturma faaliyetlerini yürüten, kod adı alan, korsan gösteride pankart taşıyan, bir mağazaya molotof kokteyli atılması eylemine katılan” ya da “yasadışı Hizbullah örgütüne giren, ev toplantılarına katılıp eğitim çalışması yapan, örgüte özgeçmiş raporu veren ve bu suretle çeteyle organik bağ kurup verilecek görevleri yapmaya hazır olduğunu bildiren” kişinin eylemleri örgüt üyeliği kapsamında değerlendirilmiştir

Örgüt üyesi olmadığı halde, üye olması için kazanılmaya çalışılan kişiler ile örgüt üyesi olanların ayırt edilmesi ve üyeliğe kazanılmaya çalışılanların üye olarak değerlendirilmemesi gerekir. Örgüte kazanılmaya çalışılan kişiler üzerinde örgütün eğitim ve bilinçlendirme çalışmaları yapması söz konusu olmaktadır. Salt bu çalışmalara iştirak edilmesi, örgüt üyeliği olarak kabul edilemez. Örgüt üyeliğinin varlığı için, failin belirsiz sayıdaki soyut suç tiplerini işlemek amacıyla kurulduğunu bildiği silahlı suç örgütüne organik bir bağlılık arz edecek biçimde katılmış olması gerekir. Örgütle belirtilen biçimde bağ kurmayan, salt bazı (eğitim, propaganda gibi) örgütsel faaliyetlere ilgi duyan veya iştirak eden kişilerin eylemleri, örgüte yardım veya örgüt adına suç işleme olarak değerlendirilebilir ise de ‘üye’ olarak kabul edilemez.

Nitekim Yargıtay Ceza Genel Kurulu bir kararında; “Failin salt silahlı örgüte ilgi duyması, örgüte katılmak için zemin arayışına girmesi, bu amaçla kendisini örgüte ulaştırabilecek kişilerle temasa geçmeye çalışması ve örgüt mensuplarıyla görüşüp buluşmadan salt örgüte katılmak amacıyla başka bir bölgeye yolculuk yapması eylemlerinin silahlı örgüt üyeliği suçunun oluşumu için yeterli olmadığı” ifade edilmiştir. Yine, diğer bir kararda, örgüte katılmak amacıyla kırsal alana ulaşmak için Tokat’a gittiği sırada yakalanan sanığın her an vazgeçebileceği, üye olduğunun kabul edilebilmesi için başka bir hareketinin bulunmaması nedeniyle suçun oluşmadığı belirtilmiştir.

Silahlı örgüte üye olduğu kabul edilen kişinin, soyut suçların işlenmesi amacıyla ve örgütle sürekli bir birliktelik iradesiyle iştirak etmesi gerekir. Bu nedenle, aslında örgüt üyesi olmadığı halde somut bazı örgütsel (eğitim gibi) faaliyetlere katılan kimseler örgüt üyesi olarak değerlendirilmemelidir. Bu tür olaylarda koşulları varsa failin örgüte yardım suçunu işlediği düşünülmelidir.

Örgüt yöneticilerinin, örgüt faaliyeti kapsamında işlenen suçların faili olarak sorumlu tutulması özel olarak düzenlenmiştir (m.220/5). Buna karşın örgüt üyeleri yalnızca kendi katıldıkları suçların faili veya iştirak edeni olarak sorumlu tutulabilirler (m. 220/4).

cc- Eylemin niteliği kriteri; Yargıtay 9. Ceza Dairesi tarafından Uygulamada yeni bir kriter daha kabul edilmiştir. Bu da eylemin niteliği krtiteridir. Bu kriterin belirlenmesi bir karineden yola çıkar. Örgütün bir başkası ile yapmayacağı, bir başkası ile sonuç alınamayacak eylemler gerçekleştirilmiş ise bu eylem nedeni ile eylemi gerçekleştirmiş olan diğer unsurları da var ise örgüt üyesi kabul edilecektir. Yapılan eylemi ancak bir örgüt üyesi yapabilir karinesinden yola çıkılarak bu sonuca ulaşılır.(Yargıtay 9. Ceza Dairesi üyesi Ahmet TOKER sunum notları) *Kırsala bir organizasyon dahilinde eleman gönderme, *Bir organizasyon dahilinde kepenk kapattırma eylemi örnek olarak gösterilebilir.

İzah edilen hukuki gerekçeler dikkate alındığında var olduğu iddia edilen terör örgütünün Terörle Mücadele yasasında belirtilen amacının ne olduğunu bilmem ve bu amacını gerçekleştirmesine katkı sağlamak için hareket etmem gerekmektedir. Oysa ben

  • SENDİKA ÜYESİ OLMAK
  • AKTİF SEN İSİMLİ SENDİKAYA ÜYE OLMAK
  • SENDİKAYA ÜYE OLMASINDAN DOLAYI İHRAÇ EDİLMİŞ OLMAK
  • DERNEK ÜYESİ OLMAK
  • DERNEK YÖNETİCİSİ OLMAK
  • KİMSE YOKMU DERNEĞİNE BAĞIŞ YAPMAK
  • FACEBOOK VE TWİTTER DA PAYLAŞIM YAPARAK, HÜKÜMETE KARŞI KAMUOYU OLUŞTURMAYA ÇALIŞMAK
  • YAPTIĞI PAYLAŞIMLARDA ÖRGÜT MENSUPLARINI ÖVÜCÜ İFADELER KULLANMAK
  • ADLİYE ÖNLERİNDE PROTESTOLARA KATILMAK
  • BANKASYA’YA PARA YATIRMAK
  • BANKASYA’DA AKTİF HESABININ OLMASI
  • KHK İLE KAPATILAN OKULLARDA ÇOCUĞUNU OKUTMAK, KAYDINI ALDIRMAMAK
  • KHK İLE KAPATILAN DERSHANELERDE ÇOCUĞUNU OKUTMAK, KAYDINI ALDIRMAMAK
  • CHP’YE OY İSTEMEK
  • ZAMAN GAZETESİ ABONESİ OLMAK,
  • SOHBETLERE KATILMAK,
  • TÜRKÇE OLİMPİYATLARINA KATILMAK
  • ÜNİVERSİTE YILLARINDA SOHBETLERE KATILMAK
  • KHK İLE KAPATILAN YASAKLI YAYINEVLERİNE AİT YAYINLARI EVİNDE BULUNDURMAK,
  • EVİNDE FETHULLAH GÜLEN’E AİT CD VE KİTAPLARI BULUNDURMAK,
  • EVİNDE SIZINTI DERGİSİ, YENİ BAHAR DERGİSİ BULUNDURMAK,
  • F SERİSİ 1 DOLARIN BULUNMASI
  • KHK İLE KAPATILAN KURUMLARDA ÇALIŞMIŞ OLMAK,
  • ASYA TERMAL OTELDE KALMAK
  • HİMMET VERMEK,
  • KURBAN VERMEK
  • BURS VERMEK
  • BYLOCK KULLANMAK
  • DİGİTÜRK ABONELİĞİNİ İPTAL ETMEK
  • EL KONULAN ŞİRKET ORTAĞI OLMAK
  • SOHBETE GİDİLDİĞİNE YA DA CEMAATTE OLUNDUĞUNA DAİR TANIK İFADESİ
  • YURTDIŞINA GİTMEK

 

Gibi suçlamalarla örgüt üyesi olarak kabul edilmekteyim. Hem iddia edilen olayların doğru olmaması hem de isnat edilen olayların suç olmaması nedeniyle yöneltilen örgüt üyeliği suçlamasından beraatime…

Anonim

 

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

Ağır Ceza Mahkemesi Bylock Savunma Örneği

 

1-Bylock; en basit hali ile GOOGLE PLAY ve ITUNES üzerinden 2016 yılı Ocak ayına kadar her isteyen tarafından indirilebilen bu tarihten sonra kullanım dışı olan bir bilgisayar programdır. WHATSAPPgibi mesajlaşmaların başkaları tarafından okunmaması iletişim gerçekleştirebilen bir bilgisayar programıdır. Uygulamanın temel amacı yazışmaların kayıt altına almamasıdır. Kriptolamanın anlık yapılması sebebiyle mesajlaşma içeriğinin çözülmesinin de mümkün olmadığı ifade edilmektedir.

Bylock’a ilişkin olarak Hürriyet gazetesinde İsmail Saymaz, programın sahibi David Keynes ile yaptığı bir röportaj yayınlanmıştır. Buna göre 3 Aralık 2013 tarihinden beri kullanımda olan program, sistemde kaldığı sürede GOOGLE PLAY dan 500.000, APP STORE dan 100.000 ve toplamda 600.000 kişi tarafından indirilmiştir. David Keynes’ e göre kullanıcılar genelde Türkiye, Suudi Arabistan ve İranlıdır. Darbe araştırma komisyonunu üyesi Selçuk Özdağ’ın beyanına göre masonlarda bu programı kullanmaktadır.

Yukarıda yazılanları doğrular şekilde Bylock uygulamasının Temmuz 2014 tarihinde Google Play Storeda olduğu şu internet adresinde açıkça görülmektedir. https://web.archive.org/web/20140818062556/https://play.google.com/store/apps/details?id=net.client.by.lock. Bylock’un son Google Play Store kaydının 22 Mart 2015 olduğu ve yaklaşık 500 000 kişi tarafından indirildiği şu internet adresinden net olarak anlaşılmaktadır: https://web.archive.org/web/20150322201135/https://play.google.com/store/apps/details?id=net.client.by.lock.

Bylock uygulamasını ürettiğini iddia eden kişi, anonim bir blogpostta, Bylock’un Kasım 2014 tarihinde yaklaşık 1 000 0000 (bir milyon) kullanıcıya ulaştığını ve Ortadoğu ülkelerinden gelen isimsiz siber saldırılara karşı uygulamanın bakımında zorluklarla karşılaştığını açıklamıştır. Oysa Sabah Gazetesine göre kullanıcı sayısı 150 000, Bilim, Sanayi ve Teknoloji Bakanı Faruk Özlü’ye göre 215 000, Hürriyet Gazetesi yazarı Murat Yetkin’e göre ise 165 000, Google Play ise 500 000 kişi tarafından Bylock kullanıldığını belirtmektedir.

Bylock uygulamasının sadece Gülen Hareketi olarak isimlendiren yapıya mensup insanlar tarafından kullanıldığı iddiası maddi gerçeğe aykırıdır. Yukarıda belirtilenlerden anlaşılacağı gibi, bu uygulama Google Play ve Apple Store gibi marketlerde bir süre kamuya açık olarak yer almış ve özellikle İran ve Suudi Arabistan olmak üzere bazı Ortadoğu ülkelerinde yaşayan insanlar dâhil asgari 600 000 kişi tarafından cep telefonlarına indirilmiştir. Keynes’in verdiği bilgilerin doğru olduğu varsayıldığında, Bylock Mart 2014 tarihinden Google Play’da 22 Mart 2015’e kadar, Apple Store adlı online markette ise 7 Eylül 2014 tarihine kadar kalmıştır. Dolayısıyla Bylock’u sadece bahse konu yapıya mensup kişilerin indirdiği ve kullandığı iddiası da tamamen dayanaksız ikinci iddiadır.

Bu açıklamalar ışığında program GOOGLE PLAY ve APP STORE üzerinden kişiler kendi kullanımları için indirmekte ve kullanmaktadırlar. Dolayısıyla bu programı indirmek ve kullanmak suç değildir. Suç olduğuna ilişkin bir yasal düzenlemede söz konusu değildir. 5237 sayılı TCK’ nın 2.  Maddesinde düzenlenen Suçta ve cezada kanunilik ilkesi gereği “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz. Kanunda yazılı cezalardan ve güvenlik tedbirlerinden başka bir ceza ve güvenlik tedbirine hükmolunamaz.” Demektedir. Bu düzenleme suçta ve cezada kanunilik ilkesinin gereğidir. Tipik olmayan yani kanunda düzenlenen tipe uymayan bir fiil suç olarak kabul edilemez. Mevzuatımızda bylock indirmenin ve kullanmanın suç olduğuna ilişkin bir yasal düzenleme olmadığından suç olarak değerlendirmek mümkün değildir.

2- Hukukta YASAK DELİL nedir?

MİT tarafından tespit edilen bylock haberleşme programı yapılan soruşturmalarda ve kovuşturmalarda yasal delil olarak kabul edilip buna göre hukuki çıkarımlarda bulunulmaktadır.

Ceza usul hukukunda, re ’sen araştırma ilkesi ve vicdani delil sistemi geçerli olup, amaç maddi gerçeğe ulaşmaktır. Maddi gerçek, hukuka uygun elde edilen her türlü delille ispatlanabilir. Anayasa’ya göre, kanuna aykırı olarak elde edilen bulgular delil olarak kullanılamaz (m.38/6). CMK uyarınca, yüklenen suç, ancak hukuka uygun şekilde elde edilmiş olan delillerle ispat edilebilir (m. 217/2). Delil, kanuna aykırı olarak elde edilmişse, ret olunur (m.206/2-a). Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması, hukuka kesin aykırılık sebebidir (m. 289). Hukukun uygulanmasında hukuka uygun olmayan bir şeyin üzerine meşru bir şey bina edilemez. Örneğin, yasak yöntemlerle alınan savunmada belirtilen adreste hukuka uygun bir arama yapılsa bile elde edilen deliller hukuka aykırı olacaktır. Buna “hukuka aykırı delillerin dolaylı etkisi, uzak etkisi” ya da “zehirli ağacın meyvesi de zehirlidir” denilmektedir. Bu itibarla ikrar olarak kabul edilen bu itiraflar mahkûmiyet için geçerli ve yeterli değildir. Sanığın ifade, sorgu ve savunmasının alındığı aşamalarda hukuk kurallarına uyulmadan yapılan arama sonucu (suç eşyasının) bulunduğuna dair arama zabıtları önüne konulan ve böylece köşeye sıkıştırıldığını hisseden sanık bu baskı altında itirafta bulunmak zorunda kalabilir. Sanığın hissettiği bu baskı ve köşeye sıkışmışlık, CMUK’nun 135/a (CMK m. 148) maddesinde sayılan yasak yöntemler arasında bulunmamakla birlikte, hukuka aykırı arama ile elde edilen deliller bulunduğuna dair tutanağın kendisine her ifade alınışında gösterilmesinden kaynaklanmaktadır. Böylece sanıktan, hukuka aykırı elde edilmiş delil sayesinde itiraf-ikrar delili elde edilmiş, sanığın kendisini suçlaması sağlanmıştır. CMUK’nun 254/2. (CMK m. 148/3, 217/2) maddesi hükmüne göre bu itiraf hükme esas alınamaz.

Yargıtay Ceza Genel Kurulunun 25.11.2014 tarih ve 2014/166-514 sayılı Kararında; “Hukuka uygun olmayan arama işlemi sonucunda ele geçen delillerin hükme esas alınamayacağının belirlendiği olayda; … arama işleminin hukuka aykırı yapılması nedeniyle ele geçirilen ruhsatsız tabancanın hukuka aykırı yöntemle elde edilmiş olmasından dolayı hükme esas alınmayacağı… başkaca maddi delillerle desteklenmeyen ikrara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulması usul ve kanuna aykırıdır.”   Bu şekildeki arama işleminden sonra ele geçen ve ispat aracı olarak yararlı görülen değerlere ilişkin el koyma işleminin sulh ceza hâkimi tarafından onaylanması da arama işlemini geriye dönük olarak hukuka uygun hale getirmeyecektir.

Anayasa Mahkemesi de, 19.11.2014 tarih ve 2013/6183 Başvuru Numaralı Kararında, ihtiyar heyetinden veya komşulardan iki kişi bulundurulmadan yapılan arama sonucunda elde edilen hukuka aykırı delillerin hükme esas alınarak adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar verdiği gibi Yargıtay CGK bir kez daha (28.04.2015 tarih ve 2013/464, 2015/132 sayılı Kararda), arama işleminin, arama tanıkları (komşu veya ihtiyar heyetinden) kimseler hazır edilmeden yapılması sonucu elde edilen delillerin hukuka aykırı olduğunu belirtmiştir.

Açıklanan pozitif hukuk normları, Anayasa Mahkemesi ve CGK Kararları karşısında; “hukuka aykırı biçimde” elde edilen deliller hükme esas alınamaz. Bu husus, Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’nin 6. maddesinde yer alan ve Anayasamıza da eklenen (m. 36) adil yargılanma hakkının gereğidir.

Arama işlemi Kanun’un öngördüğü usullere uygun olarak gerçekleştirilmemişse, bu yolla elde edilen delil hukuka aykırı olduğu gibi suçun maddi unsuru olan ancak hukuka aykırı olarak elde edilen bu deliller sanığın önüne konulup, buna karşı diyecekleri sorularak alınan savunmanın dış müdahaleler olmaksızın, özgür iradeye dayanılarak yapıldığı söylenemez. Nasıl ki sanığın talep etmesine veya yasal zorunluluk bulunmasına rağmen müdafi atanmadan ya da yasal hakları hatırlatılmadan alınan savunması hukuka aykırı olup, bu şekilde alınan savunmada suçun ikrar edilip edilmediğine bakılamaz. Aynı şekilde hukuka aykırı olarak elde edilip, “delil” olma özelliği bulunmamasına rağmen, suçun sübutuna en büyük delil olarak sanığa gösterilerek, buna dayalı olarak alınan savunmadaki “ikrar” özgür iradeye dayalı olmayacağından, değer atfedilmemelidir.

Cumhuriyet savcısı veya Hâkim, hukuka aykırı olarak elde edildiğini belirterek, suça konu eşya ele geçmemiş gibi sanıktan savunma yapmasını isteselerdi sanık aynı şekilde suçunu ikrar edecek miydi? Suçun maddi unsuru ortada yokken ikrarda bulunulsa bile bu ikrar soyut kalacağından, mahkûmiyete yeterli delil olarak kabul edilemez. CGK’nun 25.11.2014 tarih ve 2014/166-514 sayılı, 28.4.2015 tarih, 2013/464, 2015/132 sayılı Kararlarında da hukuka aykırı olarak yapıldığı kabul edilen aramada elde edilen maddi delil dışındaki başkaca maddi delillerle desteklenmeyen ikrara dayanılarak mahkûmiyet hükmü kurulamayacağı belirtilmiş, Anayasa Mahkemesi de bu şekilde verilen mahkûmiyet kararı ile adil yargılanma hakkının ihlal edildiğine karar vermiştir.

CGK’nun 25.11.2014 gün ve 2013/610, 2014/512 sayılı Kararında belirtildiği gibi hukuka aykırı arama emri ile gerçekleştirilen aramadaki el koyma işleminin hâkime onaylatılması da işlemi hukuka uygun hale getirmez. Gerekçeleri CGK’nun 25.11.2014 tarih ve 2014/166-514 sayılı Kararında ayrıntılı olarak gösterildiği üzere yasal şartları oluşmadan verilen arama kararı Kanuna aykırı olduğu gibi arama esnasında CMK’nun 119/4. maddesi hükmüne aykırı olarak ihtiyar heyetinden veya komşulardan kimse bulundurulmadığından, arama işlemi de hukuka aykırı bir şekilde gerçekleştirilmiştir. Bu itibarla arama sonucunda bulunup el konulan ve mahkûmiyete esas alınan eşya hukuka aykırı yöntemle elde edilen delil niteliğindedir.

Hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına imkân bulunmamaktadır. Gerekçeli kararda sanığın ikrarı, arama ve el koyma tutanağı ile bilirkişi raporu kapsamından suçun işlendiği belirtilmiş ise de, sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen suça konu maddi deliller ile buna dayanılarak düzenlenen bilirkişi raporlarının mahkemece hükme esas alınması isabetsizdir. Çünkü bilirkişi raporu aramada ele geçen ürünün değerlendirilmesine yönelik bir araçtır. Sanığın ikrar olarak nitelendirilecek savunması olsa bile, suçun maddi konusu olan eşya hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delillerin değerlendirme dışı tutulması halinde, sanığın cezalandırılmasına imkân bulunmamaktadır. Gerekçeli kararda sanığın ikrarı, arama ve el koyma tutanağı ile bilirkişi raporu kapsamından suçun işlendiği belirtilmiş ise de, sanığın işyerinde hukuka aykırı olarak gerçekleştirilen arama işleminde elde edilen suça konu maddi deliller ile buna dayanılarak düzenlenen bilirkişi raporlarının mahkemece hükme esas alınması isabetsizdir. Çünkü bilirkişi raporu aramada ele geçen ürünün değerlendirilmesine yönelik bir araçtır. Sanığın ikrar olarak nitelendirilecek savunması olsa bile, suçun maddi konusu olan eşya hukuka aykırı şekilde ele geçirildiğinden, yok sayılması gerekir. Bu halde de ikrar soyut kalacak, mahkûmiyet hükmüne esas alınamayacaktır.

Yukarıda izah edilen gerekçelere göre;

a-Hukuka aykırı şekilde elde edilen hiçbir delil yargılamada delil olarak kullanılamaz.

b-Hukuka aykırı olarak elde edilen delile dayanarak alınan İKRAR da hükme esas alınamaz.

c-Hukuka aykırı olarak elde edilen delil sonradan hâkim tarafından onaylanmış olsa bile bu delili hukuka uygun hale getiremez.

 

3-Soruşturma ve yargılamada delil olarak kabul edilen BYLOCK YASAL OLARAK ELDE EDİLMİŞ DELİL MİDİR?

 

Usul Hükümleri Açısından;

5271 sayılı CMK’ nın 160. Md. gereğince suç işlendiğine ilişkin bilgi geldiğinde savcılık araştırmaya ve suç şüphesi var ise işlendiği iddia edilen suça ilişkin delilleri toplamaya başlar, yukarıda gerekçesiyle izah edildiği şekliyle bylock kullanmak, indirmek ve kurmak suç olmadığına göre başka bir suçun işlendiği ve suçun işlenmesinde bylock kullanıldığı  şüphesi varsa adli soruşturma nasıl yürütülür?

Ceza hukukunda suç soruşturması ve kovuşturmasında, şüphelinin ve sanığın telekomünikasyon yoluyla iletişiminin dinlenilebilmesi ve kayda alınabilmesi, “somut delillere dayalı kuvvetli suç şüphesinin varlığı halinde” (diğer bir ifade ile, şüpheli hakkında başlatılmış bir ceza soruşturması çerçevesinde), yetkili Ağır Ceza Mahkemesinin(suç tarihi itibariyle) oybirliği ile vereceği karar ile mümkündür (CMK m. 135/1, 134/1 ). Örneğin Bylock ile yapılan iletişiminin dinlemesi ve kaydedilmesi, ancak Ağır Ceza Mahkemesinin oy birliği ile vereceği karar ile söz konusu olabilir. Bilgisayar programı olarak tespit edilebilmesi için ise CMK 134/1 maddesi gereğince işlem yapılması gerekir. Eğer bu çerçevede CMK 135/1 ve 134/1 maddesi gereğince alınmış bir mahkeme kararı yok ise programın tespiti, iletişimin dinlenmesi ve kaydedilmesi hukuka aykırıdır. Bununla birlikte hukuka aykırı olarak yapılmış bir dinleme, kayda alınma ve tespit söz konusu ise bu şekilde elde edilen kayıtların da ceza soruşturmasında ve kovuşturmasında delil olarak kullanılması imkânsızdır (AY m. 38/6). Bu şekilde illegal olarak kayıt yapanlar, TCK’nun 132 ve 133. maddelerinde öngörülen “Haberleşmenin Gizliliğini İhlal ve Kişiler Arasındaki Konuşmaların Dinlenmesi ve Kayda Alınması” suçlarını işlemiş olurlar.

ByLock’ un bilgisayar programı olması sebebiyle; yasal delil için CMK’nın 134. Maddesi gereğince işlem yapılmış olması gerekecektir.

Bunun için;

a- Bir suç şüphesiyle başlatılmış soruşturmanın bulunması

CMK. 134 üncü maddesine göre, bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama ve kopyalama koruma tedbirine suç dolayısıyla başlatılan bir ADLİ soruşturmada başvurulabilir. Buradaki soruşturmadan maksat, adli soruşturmalar olup, idari ya da disiplin soruşturmaları ve İSTİHBARİ DİNLEME VE ARAŞTIRMALAR bakımından, bu tedbire başvurulamaz. İstihbari dinleme ve tespit için karar veren yetkili mahkeme tekdir Ankara 4 Ağır Ceza Mahkemesi’dir. Adli soruşturmalarda suçun işlendiği yerdeki mahkemeler yetkilidir.

Bylock programının MİT tarafından tespit edildiği ortaya çıkarıldığı belirtilmektedir. MİT’İN ADLİ SORUŞTURMA YAPMA YETKİSİ YOKTUR. MİT’in  casusluk soruşturması kapsamında yaptığı hariç adli soruşturma yapma yetkisinin olmaması sebebiyle,  MİT tarafından yapılan bylock tespitlerinin hukuki bir değeri de yoktur. Hükme esas alınamaz. Yasak delil kapsamındadır. Yine Emniyet ve Jandarmanın istihbari amaçla elde ettiği delillerde aynı kapsamdadır. Adli soruşturma olarak değerlendirilemez.

MİT’İN BYLOCK TESPİTİ ADLİ SORUŞTURMAYA DAYANMAMAKTADIR. BÖYLE YETKİSİ DE YOKTUR. BU AÇIDAN YASAK DELİL KAPSAMINDADIR. ZATEN JANDARMA VE EMNİYET SORUŞTURMA VE MAHKEMELERE GÖNDERDİKLERİ YAZILARDA İSTİHBARİ AMAÇLI BİLGİLERİN DELİL OLARAK KULLANILAMAYACAĞINI NOT OLARAK BELİRTMEKTEDİRLER

 

b- Somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı bulunması

 

CMK 134/1 gereğince bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama ve el koyma koruma tedbirinde, somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığı bulunması gerekmektedir.

Somut olayımızda MİT tarafından tespit edildiği belirtilen ByLock tespitinde casusluk şüphesinin ne olduğunun tespiti ile birlikte, Emniyet ve Jandarmanın adli soruşturmaya dayanan somut delillere dayanan kuvvetli şüphe sebeplerinin varlığına ilişkin tutanağın olması gerekir.

ADLİ SORUŞTURMANIN OLMADIĞI AŞAMADA BYLOCK TESPİTİ YAPILMIŞ OLMASI SEBEBİYLE KUVVETLİ ŞÜPHEDEN BAHSETMEK MÜMKÜN OLMADIĞI İÇİN BU YÖNDEN DE YASAK DELİL KAPSAMINDAIR.

c- Başka surette delil elde etme imkânın bulunmaması

Bu koşul, “Telekomünikasyon Yoluyla Yapılan İletişimin Denetlenmesi, Gizli Soruşturmacı ve Teknik Araçlarla İzleme Tedbirlerinin Uygulanmasına İlişkin Yönetmeliğin” 4/c üncü maddesinde tanımlanmıştır. Buna göre; “soruşturma veya kovuşturma sırasında diğer tedbirlere başvurulmuş olsa bile sonuç alınamayacağı hususunda bir beklentinin varlığı veya başka yöntemlerden biri veya birkaçının uygulanmasına rağmen delil elde edilememesi ve delillere ancak bu yönetmelikte düzenlenen tedbirlerle ulaşılabilecek olması” halinde, başka surette delil elde etme imkânının bulunmadığından bahsedilir. Böylece bireyin özel hayatına ve kişisel verilerine önemli bir müdahale teşkil eden bu koruma tedbirine, son çare (ultimaratio) olarak başvurulması amaçlanmıştır. Bilgisayarlar veya ilgilinin kişisel veri niteliğinde internet ağından indirmiş olduğu bilgisayar programları üzerinde arama yapılabilmesi ve verilerin kopyalanabilmesi için, yürütülen soruşturmada başka türlü delil elde etme imkânının bulunmaması gerekir.

ADLİ SORUŞTURMANIN OLMADIĞI AŞAMADA (ERGENEKON OLARAK İSİMLENDİREN DOSYANIN BOZMA KARARINDA DA BELİRTİLDİĞİ ŞEKİLDE) BAŞKA DELİL ELDE ETME İMKÂNI OLMADIĞINA İLİŞKİN TUTANAK OLMASI GEREKTİĞİ, ANCAK DOSYADA BULUNMADIĞI, SORUŞTURMANIN OLMADIĞI AŞAMADA BYLOCK TESPİTİ YAPILMIŞ OLMASI SEBEBİYLE TUTANAKTAN BAHSETMENİNDE MÜMKÜN OLMADIĞI İÇİN BU YÖNDEN DE YASAK DELİL KAPSAMINDAIR.

 

d- Hâkim kararı bulunması

 

Bylock programının tespiti için CMK 134/1 gereğince, CMK 135/ 1 gereğince içeriğinin dinlenmesi, izlenmesi ve kaydedilmesi için usulüne uygun karar alınması gerekir. Bilgisayarlarda, bilgisayar programlarında ve kütüklerinde arama, kopyalama, soruşturma aşamasında C. Savcısının talebi üzerine, hâkim tarafından karar verilir (CMK. m.134/1). CMK.’daki bazı koruma tedbirlerinde “gecikmesinde sakınca bulunan hallerde” C. savcısına verilen tedbire başvurma yetkisi, CMK. m.134’te öngörülmemiştir.

Bu sebeple MİT tarafından yapılan bylock tespiti, adli soruşturmaya dayanan hâkim kararı ile yapılmış bir arama sonucunda elde edilmiş bir delil değildir. Yine Emniyet ve jandarmanın istihbari amaçla yapmış olduğu tespitlerde bu anlamda adli soruşturma için alınan bir hâkim kararına dayanmadığı için delil olarak kabul edilemez.

Ceza soruşturmasında ve kovuşturmasında MİT’in CMK’nın 135. Maddesi kapsamında iletişiminin dinlenilebilmesi ve kayda alınması yönünde, yine CMK’ nın 134/1 gereğince bylock’un tespiti için suç tarihi itibariyle Ağır Ceza Mahkemesinden ve mahkemeden karar alması ve bu çerçevede adli bir soruşturma yürütmesi bizim hukuk sistemimizde mümkün değildir.

MİT ancak kendi teşkilat Kanunu’nda belirlenen görev tanımına uygun olarak istihbarat amaçlı dinleme kararı alabilir. Bu kararı alabileceği yetkili ve görevli mahkeme Ankara 4. Ağır Ceza Mahkemesidir. Aldığı istihbari dinleme kararı sonrasında suç tespit edilmiş ise yapılacak olan bununla ilgili olarak soruşturma makamları olan EMNİYET VE JANDARMA’ yı bilgilendirmek ve paylaşımda bulunmaktır.

Önleme ya da istihbari dinleme olarak da tarif edilen bu dinleme şekli aynı zamanda adli soruşturma görevleri dışında polis ve jandarmaya da tanınmış bir yetkidir. Bu husus 2559 sayılı PVSK’nın Ek 7. Maddesinde, 2803 sayılı Jandarma Teşkilat Kanunu’nun Ek 5. Maddesinde ve 2937 sayılı MİT Kanunu’nun 6. Maddesinde düzenlenmiştir. Ancak istihbari dinlemeler ile elde edilen kayıtların bu amaç (istihbarat amacı) dışında kullanılması mümkün değildir. Nitekim bu husus 2937 sayılı MİT Kanunu’nun 6.maddesinde “Bu madde hükümlerine göre yürütülen faaliyetler çerçevesinde elde edilen kayıtlar, bu Kanunda belirtilen amaçlar dışında kullanılamaz” şeklinde düzenlenmiştir. Söz konusu bu düzenlemenin hiçbir istisnası bulunmamaktadır. Polis ve Jandarmanın adli soruşturma kapsamında ayrıca dinleme yetkileri bulunduğu halde,  istihbari nitelikteki dinlemelerden elde edilen kayıtlar bu soruşturmalarda delil olarak kullanılamamaktadır.

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 17.05.2011 tarih ve 2011/9-83 E., 2011/95 K. Sayılı içtihadında; “5397 sayılı Yasa uyarınca önleme amaçlı iletişimin tespiti ve denetlenmesine, ancak suç işlenmesinin ve kamu düzeninin bozulmasının önlenmesi amacıyla başvurulabilecek ve önleme amacıyla yapılan iletişimin tespiti ve denetlenmesi sonucunda ulaşılan bulgular da, yasanın öngördüğü amaçlar dışında ve bu arada bir ceza soruşturması veya kovuşturmasında delil olarak da kullanılamayacaktır.”

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 2011/93 E.  ,  2011/95 K. sayılı içtihadında ; “… sayılı iletişimin tespiti kararının, 5397 sayılı Yasanın 2. maddesi ile 2803 sayılı Yasaya eklenen Ek 5. madde uyarınca verilen (ve 2937 sayılı Yasanın 6. Maddesi uyarınca verilen) önleme dilemesi kararı niteliğinde olması karşısında, bu şekilde ulaşılan bulgular, yukarıdaki açıklanan ilkeler doğrultusunda ceza yargılamasında delil olarak kullanılamayacağından ve bu bulgulara dayalı hüküm kurulamayacağından, önleme amaçlı iletişimin denetlenmesi sonucunda ulaşılan bulgular dışındaki somut deliller değerlendirilerek sanığın hukuksal durumunun tayin ve takdiri gerekmektedir.”

Yargıtay Ceza Genel Kurulu’nun 21.10.2014 tarih ve 2012/1283 E.  ,  2014/430 K. sayılı içtihadında “…Önleme amaçlı iletişimin tespiti ve denetlenmesi sonucunda ulaşılan bulgularla bir suç işlendiğinin anlaşılması karşısında, elde edilen bu bulgular, 5397 sayılı Kanunun 1 (2559 sayılı Yasaya ek), 2(2803 sayılı Yasaya ek),. ve 3 (2937 sayılı Yasaya ek)  maddeleri uyarınca, kanunun öngördüğü amaçlar dışında ve bu arada bir ceza soruşturması veya kovuşturmasında delil olarak kullanılamayacağından… “ÖNLEME ARAMASINDA BİLE; HÂKİM KARARI OLMASINA RAĞMEN OLAYIN ŞÜPHELİSİNİN BELLİ OLMASI HALİNDE, ARANMASI VE BİR DELİL ELDE EDİLMESİ HALİNDE YASAK DELİL OLARAK KABUL EDİLMESİNE RAĞMEN HİÇ BİR HÂKİM KARARINA DAYANMAYAN BY LOCK TESPİTİNİ DELİL KABUL ETMEK VE YASAK DELİL OLMADIĞINI İDDİA ETMEK AKIL VE MANTIKLA HUKUKEN İZAH EDEBİLMEK MÜMKÜN DEĞİLDİR.

 

Esas Açısından;

 

a-Yukarıda da belirtildiği şekilde internet üzerinden bylock indirmek, kurmak ve kullanmak TCK anlamında suç değildir. Bu işlemi yapan kişinin de terör örgütü üyesi olarak suçlanması için yeterli bir delil değildir.

TCK madde 2’ ye göre; “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.” TCK’ da ve cezai düzenleme içeren herhangi bir özel kanunda da bylock kurma, indirme ve kullanma suç olarak düzenlenmiş değildir.

b-MİT tarafından tespit edildiği bildirilen istihbarat amaçlı internet trafik bilgisi ile bylock indirme, İstihbarı bilgilerin hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacağı hem MİT kanununda hem de Yargıtay Ceza genel Kurulunun 17.05.2011 tarih  Esas No:2011/9-93 Karar 20111/95 ve Danıştay İdari Dava Daireler  Kurulunun 28.04.2011 tarih esas 2007/155 Kara 2007/190 kararlarında açıkça belirtilmektedir.

BU SEBEPLE BYLOCK TESPİTİ HUKUK DEVLETİNDE ASLA DELİL OLARAK KULLANILAMAZ.

c-Bununla birlikte usulüne uygun olarak CMK 134/1 gereğince alınmış bir karara istinaden yapılmış bir tespit söz konusu olsa; ancak içeriği tespit edilmemiş ise bu durumda da iletişimin içeriği bulunmadığından yapılan içeriğe ilişkin bir eylem bulunup bulunmadığı tespit edilemediğinde ortada yine suç olmayacaktır.

d-İçeriği tespit edilse ve suç unsuru MESAJLAR bulunsa bile bu konuşmaların somut olarak neye ilişkin olduğunun tespit edilmesi gerektiği Yargıtay’ın yerleşmiş içtihatları ile sabittir. İÇERİĞİNİN SOMUT OLARAK SUÇA İLİŞKİN OLUP OMADIĞI TESPİT EDİLEMEYEN BYLOCK UN YARGITAY KARARLARI DOĞRULTUSUNDA BİR DELİL DEĞERİ YOKTUR.

ÖNCELİKLE TESPİT EDİLMİŞ BİR İÇERİK YOKTUR ÇÜNKÜ Tespit denilen husus Bylock sunucusu üzerinden IP Adresi alınmasıdır. Bylock sunucusunun kendisine ait özel bir IP Adresi vardır. Bu adrese Türkiye’den yapılan bağlantılar, Türkiye’deki ISS/GSM Şirketleri tarafından tespit edilmiş olabilir. Ya da sunucu satın alınarak/hacklenerek, sunucuya bağlanan tüm IP adreslerinin listesi alınmış olabilir (tabi eğer bu kayıtlar sunucu tarafından tutulduysa).

Fakat iki durumda da muhtemelen tespit şu şekilde yapılmıştır. “Bağlantı Tarihi: 12 Ağustos 2014, Saat 14:41,  Bağlantıyı yapan IP Adresi: 24.133.220.21”  IP Adresi, internet üzerindeki cihazlara ait bir adres bilgisidir. İnternette tanımlayan, plaka gibi bir şeydir ve normalde tektir (yani aynı numara iki farklı kişide olamaz). Bu IP Adresleri, İnternet Servis Sağlayıcı (İSS) şirketler arasında paylaştırılmıştır. Her şirketin kendine ait bir IP Havuzu vardır ve müşterilerine o havuz içerisinden numara verir. Fakat olabilecek IP Adresleri sayısı yaklaşık 4 milyar olduğu için, NAT diye bir sistem kullanılarak, aynı IP ile birden fazla bilgisayar internete çıkabilmektedir (Bir dairede yaşayan 5 kişinin hepsinin aynı ev adresine sahip olması gibi). Dolayısıyla bir evde tek bir internet hattı varsa, o evin IP Adresi tektir ve o evden internete bağlanan herkes, internet üzerinde aynı IP Adresi ile (aynı plakayla) gezer. Bu IP Adresini İSS’ler (Türk Telekom, Superonline gibi İnternet Servis Sağlayıcıları) veya -gene bir tür İSS olan- GSM Şirketleri (Turkcell, Avea, Vodafone gibi) tahsis ederler. Bu tahsis internete bağlı olunan süre için geçerlidir. Aynı bir restoranda arabayı park edecek olan Vale’nin bir numara vermesi gibi. Girerken aldığınız numarayı çıkarken iade edersiniz ve sonra gelene aynı numarayı verirler. Dolayısıyla bu IP Adresi, sabit bir adres değildir ve internete bağlı olunan saatlere göre değişir. Hatta modemi kapatıp bir 5-10 dk beklenirse, IP Adresi değişir (Ne kadar bekledikten sonra adresin bir sonraki gelen vatandaşa verileceğini İSS’ler belirler. Geçici bağlantı kopmalarına karşı tedbir olsun diye derhal vermeyebilirler, ama internet bağlantısı kesildikten sonra çok kısa bir zaman içerisinde IP Adresi boşa çıkar ve bir başkasına tahsis edilir).

Bu bilgiyi aldıktan sonra tespit eden MİT önce TİB’e şu soruyu sorar: “24.133.220.21 adresi, hangi şirkete aittir”? TİB de cevap verir: “24.133.220.21 adresi, AVEA Şirketine ait IP havuzu içindedir” diye. O zaman Avea’ya sorar: “Bu IP adresinden, 14:41’de bağlantı kuran kimdir?” diye. Avea da cevap verir: “12.08.2014 tarihinde saat 14:41’de 24.133.220.21 adresi, …..’na tahsis edilmiş durumdadır” diye.

ASIL ÖNEMLİ OLAN BURASIDIR. MİT TARAFINDAN SAVCILIKLARA GÖDERİLEN

 

“……, Bylock kullanmıştır” bilgisi, %99 ihtimalle bu şekilde elde edilmiş bir bilgidir ve gerçekte şahsi kullanım bilgisi değil, bir internet bağlantısı bilgisidir. Hiç kimse için elinde telefon, Bylock’a bağlanırken tespit etmiş ve suçüstü yapılmış değildir. Zira (iddia edilen rakam olan) 500 bin tane kişiyi böyle tek tek takip etmek ve bağlantılarını fiziksel olarak görüp de tespit etmek teknik olarak imkânsızdır.

Bylock sunucusu, sadece haberleşmek isteyen iki tarafı buluşturan aracı rolündedir. İki taraf da online iseler, muhtemelen mesajlar doğrudan birbirlerine gitmektedir. Sunucuda muhtemelen tutulmamaktadır. İki taraftan biri offline ise, mesajların 24 saat sunucuda tutulduğu bilgisi bulunmaktadır.  Ama gene de bu mesajlar şifreli (Encrypted) olarak tutuluyorlardır. En az 256, muhtemelen de 512 veya 1024 bit şifreleme kullanmışlardır. Böyle bir şifreleme normal yöntemlerle kırılmaz (Dünyadaki tüm bilgisayarlar aynı anda çalışsa 1 milyar şifre deneseler, böyle bir şifreyi çözmeye kâinatın ömrü yetmez).

 

KESİNLİKLE BYLOCK KULLANMAMIŞ BİRİSİ, KULLANMIŞ GİBİ GÖZÜKEBİLİR Mİ?

MİT Tarafından yapılan tespit  “…….. Bylock kullandı” bilgisi değildir ve olamaz. Olsa olsa “……şahsa ait internet/cep telefonu hattı üzerinden Bylock sunucusuna bağlanılmış” bilgisidir. İşte bu bağlantıyı resmi hat sahibinin yapıp yapmadığı meselesinin ayrıca tespit edilmesi gerekmektedir. Fakat hiçbir olayda bu konu ayrıca araştırılmamıştır.

 

BURADA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ UNUTULMAMALIDIR.

 

  1. a) Eğer kullanım Yerel İnternet Hattı üzerinden tespit edilmiş ise:

-Eğer Kablosuz İnternet şifresiz kullanıyorsa, civarda bulunan üçüncü bir şahıs, bu internete bağlanarak, Bylock sunucusuna bağlanırsa, karşı tarafta internet sahibinin IP adresi gözükeceği için, hattın resmi sahibi olan kişi şüpheli olacaktır.

-Kablosuz Internetin şifreli olması durumunda, eski şifreleme teknolojileri olan ve artık çok zayıf kaldıkları için terkedilen WEP veya WPA tipi şifreleme kullanan (veyahut WPA2 şifreleme bile olsa 12345678 gibi basit şifreler kullanan) kablosuz ağların şifrelerini basit hazır programlar yardımıyla kolayca kırarak, bu hatların üzerinden Bylock kullanan birileri, hat sahibini zan altında bırakabilir.

-Evin herhangi bir ferdinin yaptığı bir haberleşme, hattın resmi sahibini zan altında bırakabilir.

-Apartmanda ortaklaşa kullanılan kablosuz internet ağlarında, herhangi bir kullanıcının yaptığı haberleşme yüzünden resmi hat sahibi zan altında kalabilir.

-Eve gelen misafirlerin şifresini isteyip ev internetini kullanarak haberleşme yapması ve Bylock kullanması sonucunda resmi hat sahibi zan altında kalır.

-Kötü niyetli üçüncü şahısların, “spoofing” denilen bir yöntemle kendi IP adresini başkasının internet adresi gibi göstererek Bylock sunucusuna bağlanmaları sonucunda, IP Adresinin o an resmi olarak tahsis edildiği kişi zan altında kalır (sahte plakayla radara girmek gibi).

-Üçüncü şahısların “saplama” denilen yöntemle, başkasının internet hattının geçtiği kabloya fiziki müdahale ile ayrı bir hat çekip, hat sahibinin interneti üzerinden BYLOCK’a bağlanmaları durumunda, resmi hat sahibi zan altında kalır.

  1. b) Eğer kullanım GSM numarası üzerinden tespit edilmiş ise:

(Burada kastedilen, cep telefonundan kullandığınız internet üzerinden yapılan bir bağlantı bilgisidir. Yoksa telefonla bir numara arıyor gibi Bylock sunucusuna bağlanılamaz.)

-Dershanelerde, hastanelerde, sigorta şirketlerinde ve sair kimlik fotokopisi bırakılan yerlerde, kimlik fotokopisi ile GSM hattı alarak, o hat üzerinden haberleşip hat sahibini zanlı durumuna düşürülmesi mümkündür.

-Kendi cep telefonunun interneti olmayan veya kotası biten kişinin, arkadaşlarına veya ortamdaki diğer şahıslara rica ederek, onların cep telefonlarını wireless-hot-spot yaptırtarak, onların interneti üzerinden Bylock kullanmaları mümkündür.

-Benzer şekilde, açık kalmış wireless-hot-spotların şifrelerini hazır programlar yardımıyla kırarak, hiç tanımadıkları insanların cep telefonlarının interneti üzerinden Bylock kullanarak onları zan altında bırakmaları mümkündür;

– “Trojan (Truva Atı)” / “Backdoor (Arka kapı)” gibi yöntemlerle birisinin cep telefonunu uzaktan hack’leyerek gizlice Bylock yükleyip, o telefon üzerinden -telefon üzerinde gözükmeyecek şekilde- arka planda (background process olarak) haberleşme yapmaları ve telefon sahibini zan altında bırakmaları mümkündür.

-Yoğun saatlerde GSM şirketinin elindeki IP Adresleri tükenmişse, aynı IP Adresini birden fazla kişiye tahsis ederek, kendi içi ağı üzerinde NAT yoluyla trafik yönlendirmesi yapıyor olabilirler. Bu bağlantıların da bilgilerini tutmaları kanuni bir zorunluluk olsa da, aynı IP Adresini tahsis ettikleri şahısları da birbirine karıştırmış olabilirler.

  1. c) Eğer kullanım telefonun IMEI numarası veya MAC Adresi üzerinden tespit edilmiş ise:

-Telefonların ikinci el olarak satın alınması ve bu telefonların IMEI numaralarından tespit edilen haberleşmelerde, telefonu sonradan alanların şüpheli olması mümkündür.

-Aynı şekilde telefonun MAC Adresi üzerinden yapılan tespitlerde, telefonun sonraki sahibinin zan altında kalması da mümkündür.

-Telefonun IMEI veya MAC Adresini sanal olarak değiştiren programlar kullanıp (halk dilinde “telefona IMEI atma”), bir başkasına ait olan IMEI’yi kendi telefonlarına sanal olarak yükletip, o IMEI üzerinden Bylock kullanarak, IMEI’nin gerçekte ait olduğu telefonun sahibini zan altında bırakmak mümkündür (arabaya sahte plaka takmak gibi).

 

  1. d) Bağlantı Proxy (VPN) üzerinden yapılmışsa:

-VPN kullanılmış ise bylock sunucusuna bağlanmak yerine, önce arada bir başka bilgisayara (Proxy-VPN) bağlanıyorlar. Bylock sunucusuna o adres üzerinden bağlanıyorlar. Dolayısıyla Bylock sunucusunda IP adresi olarak o VPN’in adresi gözüküyordur. Bu durumda bu VPN’lerden erişebildiği kadarına erişerek, onlardan ilk IP adresinin bilgilerinin alınması gerekir. (eğer birden fazla zıplama yapmadılarsa ve eğer VPN firması bu bilgileri vermeyi kabul etmişse).  VPN firmasından bu adreslerin, mahkeme kararı ile istenmesi gerekir. Eğer gayri resmi olarak alınmış ise yanlış, hatalı olma ihtimali yüksektir. VPN şirketi, paravan şirket ise yanlış bilgiler ile alakasız kişilerin araya karışması mümkündür.

ANCAK BUNA İLİŞKİN BİR BİLGİ SORUŞTURMA DOSYASINDA YOKTUR. BURADA ŞÜPHEDEN SANIK YARARLANIR İLKESİ UNUTULMAMALIDIR.

Çünkü bylock a ilişkin yapılan izahatlar doğrultusunda şüphelinin kesinlikle kullandığını söyleyebilmek mümkün değildir. Dijital veriler her zaman dışarıdan müdahaleye açık verilerdir.

Yukarıdaki izahatlar doğrultusunda içeriğinin tespit edilmediği büyük ihtimaldir. Bu sebeple;

Ceza Genel Kurulu 04.10.2011 tarih ve 2011/10-159 E.,  2011/202 K. Sayılı kararında “ilgilisi tarafından çok sayıda görüşme yaptığı kabul edilse dahi içeriği tespit edilemeyen telefon görüşmeleri ile adli sicil kaydına konu ilama dayalı olarak sanık hakkında uyuşturucu madde ticareti suçundan mahkûmiyet hükmü kurulması yerinde değildir”

Yargıtay 9. CD’si 13.01.2016 tarih ve 2015/8703 E.  ,  2016/119 K. Sayılı kararında ” içeriği tespit edilmeyen HTS kayıtları dışında, somut, her türlü şüpheden uzak kesin ve inandırıcı delil bulunmayan olayda, sanık bakımından şüphenin söz konusu olması nedeniyle şüpheden sanığın yararlanması gerektiği şeklindeki genel ceza hukuku ilkesi de gözetilerek, sanığın beraati yerine yazılı şekilde mahkûmiyetine karar verilmesi”

Yargıtay 10. Ceza Dairesi’nin 16.11.2015 tarih ve 2015/4718 E.  ,  2015/32935 K. sayılı kararında “..K…’in sonradan döndüğü soyut beyanları dışında kuşku sınırlarını aşan yeterli ve kesin delil bulunmadığından sanığın beraatiyerine,içeriği tespit edilmeyen telefon görüşmelerine dayanılarak mahkûmiyetine karar verilmesi”

Yargıtay 20. Ceza Dairesi’nin 21.01.2016 tarih ve  2015/1663 E.  ,  2016/271 K. Sayılı kararında “…suç tarihinden önce 28 adet içeriği tespit edilemeyen HTS kayıtlarının mahkûmiyet için yeterli olmadığı, başkaca kuşku sınırlarını aşan, yeterli ve kesin delil bulunmadığı gözetilmeden, atılı suçtan beraatı yerine mahkûmiyetine karar verilmesi.” Şeklindedir.

Kamuoyunda Ergenekon Davası olarak bilinen dosyanın temyiz incelemesi sonrasında Yargıtay 16. Ceza Dairesi’nin Bozma ilamında belirttiği üzere; “Ceza Genel Kurulu 03.07.2007 tarih ve 2007/167, 22.01.2008 tarih ve 2008/3 karar sayılı kararlarında, hukuka aykırı olarak elde edilmiş bulunan iletişim tespit tutanaklarının hükme esas alınamayacağını belirtmek suretiyle iletişimin dinlenilmesi hususunda önemsiz/şekli hukuka aykırılık anlayışının geçerli bulunmadığını kabul etmiştir. Gerçekten de haberleşme hürriyeti anayasal bir haktır ve ihlali önemsiz kabul edilemez.”

Şu hale göre özetle; söz konusu BY LOCK adlı program üzerinden kim, kiminle, ne zaman, nerede iletişime geçtiğine dair içeriği tespit edilmeyen HistoricalTrafficSearch (HTS) bilgilerinin kişiler aleyhine delil olarak kullanılamayacağı açıktır.

 

MESAJLAŞMA İÇERİĞİNİN DOSYAYA KATKI SAĞLAMAYACAĞINI İDDİA ETMEK YUKARIDAKİ YARGITAY KARARLARI IŞIĞINDA MÜMKÜN DEĞİLDİR.

BUNUNLA BİRLİKTE KIRMIZI LİSTE ÇOK KULLANMA, MAVİ LİSTE HER NE RENK İSE AZ KULLANMAKTA OLMANIN CEZA HUKUKU ANLAMINDA BİR DEĞERİ YOKTUR. KENDİ MANTIĞI İÇERİSİNDE AZ SUÇ İŞLEME VE ÇOK SUÇ İŞLEME GİBİ BİR KAVRAM HUKUKİ DEĞİLDİR.

 

SİLAHLI ÖRGÜT ÜYELİĞİ AÇISINDAN;

 

Silahlı terör örgütüne üye olmak suçu 3713 sayılı TMK’nın 1. 2. Ve 7. Maddeleri ile TCK’ nın 220 ve 314. Maddelerinde düzenlenmiştir. Ancak buradaki düzenleme silahlı terör örgütüne üye olma suçunun unsurlarını değil sadece verilecek cezayı düzenlemektedir. Silahlı terör örgütüne üye olmanın unsurları ise Yargıtay kararları ile oluşmuştur. Silahlı terör örgütüne üyelik illegal ve yasa dışı olduğu için resmi veya yazılı üyelik söz konusu değil, gizli ve illegal bir üyelik yapısı mevcuttur.

 

Buna göre, bir kişinin silahlı terör örgütü üyesi olarak kabul edilebilmesi için belli şartlar gerekir;

1-Silahlı terör örgütünün hiyerarşik yapısına dâhil olmak; örgütün faaliyetleri kapsamında üstünden emir alıp tereddütsüz uygulamaktır. Fail emir aldığı kişinin örgüt üyesi veya yöneticisi olduğunu, bu kişin emir ve talimatı örgüt adına verdiğini bilir ve bu emri de örgüt adına yerine getirir.

2-Silahlı terör örgütüne özgeçmiş raporu vermek; fail bir silahlı terör örgütüne kendisini tanıtan ve önceki faaliyetlerini içeren bir özgeçmiş vermiş ise, hele bu özgeçmiş fotoğraflı ise bu kişinin bu örgüte bilerek isteyerek katılma iradesini beyan etmiş kabul edilir artık o örgütün üyesidir.

3-Silahlı terör örgütlerince düzenlenen yasa dışı siyasi ve askeri eğitimlere katılmak, silah ve patlayıcı eğitimi almak; fail bir silahlı terör örgütünün illegal ve gizli olan bir eğitim kursuna katılmışsa burada siyasi ve askeri eğitim almış sa artık örgütün üyesi sayılır.

4-Silahlı terör örgütlerince çoğunluğu yasa dışı olan çeşitli eylem ve faaliyetlerine katılmak; bu aşamaya kadar sayılanlar doğrudan örgüt üyeliğine karine sayılır ve başka şeye bakılmaz. Ancak burada failin katıldığı eylemler küçük çaplı eylemlerdir. Hatta bazen suç teşkil etmeyebilir. Buraya daha çok 3713 sayılı yasanın 7. Maddesinde düzenlenen “örgüt adına suç işleme” ve “örgüte yardım yardım” fiilleri girer.  Mesela fail örgütün düzenlediği bir gösteriye katılırsa ve slogan atarsa örgüt adına suç işlemiş olur. Fail örgüt üyesi olduğunu bildiği kişilere yiyecek veya giyecek yardımında bulunmak gibi suç teşkil etmeyen bir eylemde bulunursa örgüte yardım suçunu işlemiş olur.

Fakat fail örgüt tarafından düzenlenen eylemlere sürekli ve düzenli olarak katılıyorsa, eylemlerde aktif olarak rol alıyorsa, ya da sürekli olarak örgüt üyelerine yardım ediyor ve bunu uzun süre devam ettiriyorsa artık eylemler örgüte üyelik olarak değerlendirilir. Failin eylemlerinin sürekliliği ve çeşitliliği sebebiyle artık örgüt üyesi kabul edilir.

Konusu suç teşkil etmeyen eylemler örgütle doğrudan bağlantı kurulamadıkça örgüt üyeliğinin unsuru kabul edilemez. Örneğin PKK terör örgütünün dağ kadrosunda bulunan kişilerin arazi şartları gereği “mekap” ayakkabı giydikleri bilinir. Buradan yola çıkarak her mekap ayakkabı giyeni ve satanı terör örgütü üyesi kabul etmek mümkün değildir. Yine aynı şekilde PKK üyeleri “puşi” tabir edilen bez parçasını başına bağlıyorlar diye her başına puşi bağlayanı pkk üyesi olarak kabul edemeyiz.

 

TESCİLLİ SİLAHLI TERÖR ÖRGÜTÜ OLAN PKK İÇİN; HER MEKAP AYAKKABI GİYEN, HER PUŞİ BAĞLAYAN PKK’ YA ÜYE KABUL EDİLMİYORSA HER BYLOCK İNDİREN, KULLANAN, KURAN ÜYE OLARAK KABUL EDİLEMEZ ÇÜNKÜ MEVZUATIMIZDA SUÇ OLARAK DÜZENLENMEMİŞTİR. BU DA SUÇTA VE CEZADA KANUNULİK VE TİPİKLİK İLKESİNİN GEREĞİDİR.

İzah edilen bu gerekçeler bağlamında; Sendika üyeliği, cemaat okuluna gitme, okulunda çalışma, bankaya para yatırma, bylock kullanma, indirme vb fiiller suç teşkil etmemektedir. Bu fiillerin hiçbiri içeriğinde cebir şiddet ve zor kullanma içermemektedir. Tüm fiiller devletin denetimi altında olan, resmi izne tabi, izin verilen ceza ve hukuka aykırılık bağlamında yasaklanmamış faaliyetlerdir. Örgütün yaptığı iddia edilen suç teşkil eden darbe teşebbüsü ile irtibatlandırılabilecek bir eylemde değildir. Suç teşkil etmeyen tüm bu fiillerin örgütle irtibatlandırılabilmesi için hukukun en prensibi olan kastının bulunması gerekir. Kast; herkesin bildiği gibi bilmek ve istemektir.

 

FAİLİN ÖRGÜTE ÜYELİK SUÇUNU İŞLEMESİ İÇİN KASTEN HAREKET ETMESİ,  ÜYE OLDUĞU İDDİA EDİLEN HİZMET HAREKETİNİN SUÇ ÖRGÜTÜ OLDUĞUNU BİLMESİ VE BİLİNÇLE YUKARIDA İZAH EDİLDĞİ ŞEKİLDE HAREKET ETMESİ GEREKİR.

 

Gülen hareketi bir an için suç örgütü kabul edilse bile( halen suç örgütü olduğuna ilişkin kesinleşmiş bir mahkeme kararı yoktur) işlemiş olduğu iddia edilen darbe teşebbüsüne ilişkin olarak TCK’ nın herhangi bir eylemi olmayan failin örgüt üyesi olarak cezalandırılabilmesi için en azından TCK’ nın 39. Maddesi gereğince bir eyleminin olması gerekir. Bu kapsamda yapılan eyleminin de TCK kapsamında suç olarak düzenlenmiş olması gerekir.   Çünkü TCK 2. Maddesi gereğince “Kanunun açıkça suç saymadığı bir fiil için kimseye ceza verilemez ve güvenlik tedbiri uygulanamaz.” Bu sebeple Bank Asya’ ya para yatırmak, Sendikaya üye olmak, cemaat okulunda çocuk okutmak, gibi eylemlerinin suç olarak değerlendirilmesi gerekmektedir. Bankanın, okulun sendikanın veya diğer kurumlar için mahkeme kararı ile kesinleşmiş veya en azından bu kurumlara ilişkin yürüyen bir ceza soruşturması olması gerekir ki irtibatlı olan kişilerin kastla eylemlerine devam etsinler.

-Gülen hareketi ile bağlantılı bir fiilden dolayı hizmete ait kurumların kanunsuz iş yaptığına ilişkin, suç işlediğine ilişkin kesinleşmiş bir karar olmalı ki suça iştirak söz konusu olsun. Böyle bir tespit veya mahkeme kararı olmadığına göre silahlı terör örgütü üyeliğine ilişkin yukarıda sayılan fiillerin suç olarak kabul edilmesi mümkün değildir. Bu fiiller suç olarak kabul edilecekse önce suç tarihi tespit edilmelidir.

-Suç tarihinin tespitinden sonra failin örgütün amaçlarını bilerek, TCK’ nın 314. Maddesi, TCK 302 ve devamı maddelerindeki suçu işleme amacını bilmesi, istemesi gerekir. Örgütün bu suçları işleme amacından habersiz kişilerin bir şekilde bu örgüt ile temasta bulunmuş olmaları bu suçların oluşması için yeterli değildir.

-15 Temmuz darbe girişimimi Gülen hareketinin yaptığını kabul etsek(böyle kesinleşmiş bir karar yok), ilk kez silahlı örgüt olduğu 15 Temmuz darbe girişimi ile tespit edilmiştir. Bu durumda suç kast ile oluşuyorsa o tarihe kadar tespit yok ise o zaman üyelik için suç tarihi 15 Temmuz ve sonrası olacaktır. Kişilerin Gülen hareketinin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası suç örgütü olarak karine olarak kabul edilmesi sonrasında ve bu tarihten sonra eylemleri sebebiyle suç örgütüne üyeliğine ilişkin olarak şüpheli olarak işlem yapılması gerekecektir.

-Gülen Hareketi’nin suç örgütü olduğu yönündeki ilk iddialar 2013 yılından sonra ileri sürülmeye başlanmıştır. Aslında 28 Şubat Sürecinde de bu türden iddialara dayalı olarak bir kamu davası açılmış, ancak bu dava 2008 yılında Yargıtay Ceza Genel Kurulundan da onaylanarak kesinleşen bir kararla beraatla sonuçlanmıştır. 2014 yılının ilk aylarından itibaren bu konudaki iddialar yoğunlaşmış ve mahkeme kararı olmadan, Milli Güvenlik Kurulu (MGK) kararı ile söz konusu oluşum “terör örgütü” ilan edilmiştir. Son olarak 26 Mayıs 2016 tarihli MGK toplantısından hemen sonra yapılan şu açıklama ile Gülen Hareketinin terör örgütü olduğunun kabul edildiği açıkça ifade edilmiştir: “Vatandaşlarımızın huzur ve güvenliği ile kamu düzeninin sağlanması amacıyla yürütülen faaliyetler, terör ve teröristle mücadelede gelinen aşama, millî güvenliğimizi tehdit eden ve bir terör örgütü olan paralel devlet yapılanmasına karşı alınan tedbirler görüşülmüştür.” (Gülen Hareketinin, hiçbir mahkeme kararı olmadan, MGK ve Bakanlar Kurulu kararları ile terör örgütü ilan edilme sürecine ilişkin olarak bakınız. 4 Ağustos 2016 tarihli Anayasa Mahkemesinin 2016/6E – 2016/12K s. kararı, para. 17 ve 18.)

-MGK toplantısından dört gün sonra, 30 Mayıs 2016 tarihinde yapılan Bakanlar Kurulu toplantısında söz konusu MGK kararının da kabul edildiği yapılan açıklama ile anlaşılmıştır. Başbakan Yardımcısı ve Hükümet Sözcüsü Numan Kurtulmuş, “Paralel Devlet Yapılanmasının (PDY) daha önceki Milli Güvenlik Kurulu (MGK) toplantılarında legal görünümlü illegal bir yapılanma olduğunun altı çizilmiş, yine daha önceki MGK toplantılarında Paralel Devlet Yapılanması ile ilgili olarak, devlet olarak topyekûn mücadelenin esas alındığı ifade edilmiştir. MGK’nın tavsiye kararı ile birlikte Paralel Yapı ile mücadelede yeni bir safhaya geçilmiştir. PDY ilk kez MGK toplantısında tavsiye kararı olarak bir terör örgütü olarak nitelendirilmiş ve bundan sonraki mücadelenin ana çerçevesi de bir terör örgütü ile mücadele şekline getirilmiştir. Dolayısıyla bunun gerektirdiği her şey hem hükümet tarafından hem gerekli yargı birimleri tarafından yerine getirilecek, uygulama aksatılmadan sürdürülecektir” açıklamasını yapmıştır. Böylece tavsiye niteliğinde olan MGK kararının Bakanlar Kurulu tarafından kabul edildiği kamuoyuna duyurulmuştur.

-Tüm bunlara rağmen, 15 Temmuz 2016 tarihinden hemen sonra, MGK belgelerinin tamamına vakıf Sayın Cumhurbaşkanı dâhil birçok üst yönetici ve Ak Parti mensubu ile üst düzey yargı yöneticisi, darbe girişiminin gerçekleştirildiği tarihe kadar, söz konusu oluşumun terör örgütü olduğuna inanmadıklarını kamuoyuna açıklamışlardır. Sayın Cumhurbaşkanı, 16 Temmuz 2016 tarihinin ilk saatlerinde, saat 03.20 civarında İstanbul Havalimanında yaptığı açıklamada, darbe girişiminin arkasında Gülen Hareketinin olduğunu açıkladıktan sonra, “Bu grubun silahlı terör örgütü olduğu açığa çıkmıştır” demiştir.  19 Ağustos 2016 tarihinde Cumhurbaşkanı sözcüsü İbrahim Kalın, Türkiye’nin “15 Temmuz 2016 tarihinden bu yana yeni bir terör örgütü ile karşı karşıya olduğunu” ifade etmiştir (http://www.trt.net.tr/francais/turquie/2016/08/19/article-d-ibrahim-kalin-bruxelles-a-un-probleme-555000).

-Birçok MGK Toplantısına katılmış olan Ak Parti kurucularından Başbakan eski yardımcısı Bülent Arınç da, 21 Temmuz 2016 tarihinde, “Silahlı terör örgütünün Fetullahçı olduğunu o gece öğrendim” açıklamasını yapmıştır.

-HSYK Başkanvekili Mehmet Yılmaz da, 22 Eylül 2016 tarihinde Cumhuriyet Gazetesine yaptığı açıklamada, “Biliyorsunuz bu örgütün silahlı terör örgütü olup olmadığı konusunda tartışma vardı. Bunun kriminal hale gelmesi için silahlı terör örgütü tespitinin yapılması gerekiyordu. … O gün, darbe gecesi bu örgütün terör örgütü olduğu yönünde ayan beyan, kimsenin karşı çıkamayacağı deliller çıkınca Ankara Cumhuriyet Başsavcılığı Türk Ceza Kanununun örgüt üyeliği suçunu düzenleyen 314. Maddesi gereği soruşturma açtı. … Böylece Ankara Başsavcılığı elindeki ceza soruşturmasında delil ele geçtiği için silahlı terör örgütü üyesi olmaktan hâkim ve savcılarla ilgili gözaltı kararı verdi.” Bu açıklamalardan anlaşılacağı gibi, 15 Temmuz 2016 tarihine kadar Gülen Hareketinin şiddete başvurduğunu gösteren somut hiçbir delil ortaya konmadığı için, MGK ve Bakanlar Kurulu kararlarına vakıf olanlar dâhil hiç kimse, söz konusu oluşumun 15 Temmuz 2016 tarihine kadar terör örgütü olduğuna inanmamıştır.

Bu açıklamalar ışığında failin kastına ilişkin bilme unsurunun bulunmadığı aşamada silahlı örgüte üyelik suçunun oluşması için;

Gülen hareketi ile sürekli birlikte olan, birlikte hareket eden kişilerin yukarıdaki beyanları ile sabit olduğu şekliyle 15 Temmuz itibariyle farkına vardıklarını beyan etmeleri karşısında, basit çalışan kişilerin bildiğini söylemek hayatın olağan akışına uygun değildir.

Silahlı terör örgütü olduğu tescillenmemiş, herkesçe bilinen bu niteliği itibariyle failin örgütün amaçlarını bilmesi ve bu amaçların gerçekleşmesini istemiş olması somut delillerle ispatlanmalıdır. Gülen hareketi terör örgütü kabul edilse bile; bir şekilde güle hareketi ile temasta bulunmuş, ona ait işyerlerinde çalışmış, dini toplantılarına katılmış, yurtlarında kalmış, okullarında okumuş, bankasına para yatırmış, yasal yayınlarını almış, sendikasına üye olmuş veya benzeri olgular silahlı terör örgütü kurucusu, yöneticisi veya üyesi olmak için yeterli somut delil değildir; kişinin TCK 314. Maddesinde sayılan amaçları bilmesi ve istemesi gerekir. Türk hukukuna göre terör suçu ancak bir örgüt kapsamında işlenebilir. Terör tanımına uyan bir suç bireysel olarak işlendiğinde terör suçu sayılamaz.

Tüm bu açıklamalar ışığında;

Ceza Genel Kurulunun yerleşik içtihadı dikkate alındığında, yukarıda izah edilen bulgular bağlamında bylock a ilişkin tespitlerin ceza yargılamasında kullanılması tamamen hukuka aykırıdır. Anayasanın 38/6 maddesi ile CMK’nın 217/2 hükmü uyarınca hukuka aykırı deliller ceza yargılamasında kullanılamaz. Dolayısıyla MİT’in verdiği Bylock listelerine dayalı tutuklamalar, yargılamalar tamamen yasa dışı delillere dayalı olduğu için, iç hukuka aykırı olan bu tutuklama ve yargılamalar Anayasanın 19/2 ile AİHS’nin 5/1 maddelerini açıkça ihlal eder. Ayrıca hukuka aykırı deliller hiçbir yargılamada (idari, adli, disiplin ya da cezaî) kullanılamayacağı için, bu türden bulguların ceza soruşturmasına ve tutuklamalara dayanak yapılması Anayasanın 38/6 hükmünü de ihlal eder.

Şu hale göre özetle; soruşturma CMK’nın 134/1 Maddesi kapsamında usulüne uygun olarak alınmış bir karar bulunmadığı gibi, istihbarat amaçlı  alınmış bir önleme dinlemesi kararı bulunsa dahi bu şekilde elde edilen kayıtların ceza soruşturması veya kovuşturmasında delil olarak kullanılması mümkün değildir.

Yasaya uygun bir şekilde elde edilmiş delil söz konusu değildir. Türk Anayasası´nda adil veya dürüst yargılanma hakkı ile ilgili 03.10.2001 tarih ve 4709 sayılı yasayla yapılan değişiklikle 38.maddede ´kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulgular delil olarak kabul edilemez´ hükmüne yer verilmiştir. Yasanın emredici hükümlerine aykırı yapılan arama sonucunda elde edilen deliller, Anayasa ve CMK´ na göre  yasa dışı delil olarak kabul edilir ve yargılamada hükme esas alınamaz. Yasa dışı elde edilen delillerle verilen karar adil yargılanmanın ihlali olarak kabul edilmiştir. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ de yasaya aykırı delillerle verilen kararlar sözleşmenin 6. maddesindeki adil yargılanma hakkının ihlalidir.

 

 

 

SONUÇ OLARAK;

1-By lock kullanımına ilişkin olarak yukarıda yapılan izahatlar çerçevesinde bilişim uzmanı bir bilirkişiden rapor alınması,

2- a) Soruşturma tarihinin tespit edilmesi

  1. b) Suç tarihinin tespit edilmesi
  2. c) Bylock programını tespit eden kolluğun tespit edilmesi,

d)Tespite dayanak teşkil eden, talep, mahkeme kararı, vb tüm belgelerinin talep edilmesi,

  1. e) Mesaj içeriklerinin bildirilmesinin istenilmesi,
  2. f) Mit, Emniyet veya jandarmanın tespit sonrası ne tür işlem yaptığının sorulması,(tespit sonrası hemen işlem yapıp yapmadığı, bilgi paylaşıp paylaşmadığı)
  3. g) Tespitin açıkça istihbari amaçlı veya adli soruşturma amaçlı olarak neye dayanarak hangisi için yaptıklarının sorulması,
  4. h) Mesaj içeriğinde suç unsuru var ise buna ilişkin somut işlem yapıp yapmadıklarının sorulması, hususlarında araştırma yapılması
  5. i) Kanuna aykırı olarak elde edilmiş bulguların delil olarak kabul edilemeyeceği Anayasa hükmünün (Anayasa Madde 38) göz önünde bulundurulması,
  6. J) Yüklenen suç ancak hukuka uygun delillerle ispat edilebileceğinin (CMK Madde 217) yasa gereği olması,
  7. k) Hükmün hukuka aykırı yöntemlerle elde edilen delile dayanması mutlak bozma nedeni(CMK Madde 289) olması göz önünde tutulması gerekmektedir.

 

 

Genel içinde yayınlandı | Yorum bırakın

bylock…2

 

BYLOCK SUÇLAMASI İLE İLGİLİ HUKUKİ DEĞERLENDİRME

  1. Bir kişi herhangi bir haberleşme metodunu kullanmakla suçlanamaz, ancak yazdıkları ve konuştuklarında suç unsuru varsa suçlanabilir. Üstelik bunun için de mahkemeden her kişiyle ilgili ayrı ayrı “teknik takip kararı” alınması halinde delil olabilir.

Kişilerle ilgili geçmişte hiçbir teknik takip kararı alınmadan mahkemeye sunulan teknik takip verileri yasal delil statüsünde değil ve mahkemelerde geçerliliği yoktur.

  1. ANAYASA MAHKEMESİ 2014/149 E – 151 K SAYILI KARARINDA; “Dava konusu kuralda geçen trafik bilgisi, 5651 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (j) bendinde, taraflara ilişkin IP adresi, verilen hizmetin başlama ve bitiş zamanı, yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı ve varsa abone kimlik bilgileri şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla trafik bilgisi adı altında istenen bilgiler genel anlamda belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade eden kişisel veri kavramı içerisindedir… Dava konusu kural, yukarıda belirtilen kişisel veri niteliğinde olan ve ciddi suçların tespiti, soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılmak üzere gerçek ve tüzel kişilere ilişkin trafik bilgisinin, işlenmemiş veri hâlinde süreli olarak muhafaza edildiği erişim veya yer sağlayıcılardan, TİB tarafından herhangi bir gerekçe veya neden göstermeksizin temin edilmesine olanak sağlamaktadır. Söz konusu verilere ulaşılabilirlik, kişilerin tercihleri, düşünceleri ve davranışları hakkında fikir verebileceğinden kişilerin özel hayatlarına müdahale edilme riskini içermektedir. Kuralda, temin edilecek bilgiyle ilgili olarak herhangi bir konu ve amaç sınırlaması bulunmadığı gibi bilginin kapsamı, ne şekilde kullanılacağı, tutulacağı süre, temin edilme gerekçesi gibi hususlarla ilgili olarak da herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır. Trafik bilgisi adı altında temin edilecek olan bilgiler Anayasa ile teminat altına alınan iletişimin gizliliği, düşünce ve ifadeyi yayma özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, kişisel verilerin korunması gibi birçok temel hakla doğrudan ilgili olup bu bilgilerin TİB tarafından herhangi bir kurala ve sınırlamaya tabi olmaksızın istenildiği zaman ve şekilde elde edilebilir olması temel hak ve özgürlüklerin doğrudan ihlaline sebebiyet vermektedir…

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” ile 8.12.2015 TARİH VE 2015/112 K SAYILI KARARI “.. iptali istenilen hükümlerde yalnızca talep edilen bilgiden bahsedildiği ve bu konuda açıklayıcı bir düzenleme olmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü bilgilerin TİB tarafından istenebileceği kuşkusuzdur. Yine Kanun’un 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ve 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, yer ve erişim sağlayıcıların internet trafik bilgilerini saklama görevleri kapsamında trafik bilgilerinin de TİB tarafından istenilecek bilgi kapsamında olduğu açıktır. Bunun yanında, iptali istenilen kurallarda belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmedikleri takdirde yer sağlayıcılar Kanun’un 5. maddesinin (6) numaralı fıkrası, erişim sağlayıcılar ise Kanun’un 6. maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca idari para cezaları ile cezalandırılacaklardır. Diğer yandan, madde hükümlerine göre içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından talep edilen bilgilerin verilmesinden ilgili kişilerin haberdar olmalarına ilişkin bir düzenleme de Kanun’da bulunmamaktadır. Dolayısıyla kişilerin kendileri ile ilgili bilgilerin TİB’e verilmesinden haberdar olmaları da söz konusu olmayacaktır… Bu çerçevede iptali istenilen kurallarda, TİB’in hangi koşullarda ve hangi gerekçelerle istediği bilgilerin içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından Başkanlığa teslim edileceğine ya da verilen bilgilerin ne kadar süre ile TİB’de saklanacağına, talep edilen bilgilerin mahiyetine, içerik, yer ve erişim sağlayıcılara bildirilecek tedbirlere ilişkin herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır. Kurallar bu yönleriyle belirli ve öngörülebilir değildirler. Özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızaları olmaksızın bilgi toplanmasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği kuşkusuzdur. İptali istenilen kurallar, kişinin açık rızası olmaksızın kişisel verilerine ulaşılmasına ve bu kişisel verilerin işlenip, bilgi halinde TİB’e teslim edilmesine olanak tanımaktadır. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Anayasa’nın bu hükmünde yer alan kişisel verilerin işlenmesine ilişkin “kanunda öngörülen haller“in nelerden ibaret olduğu 5651 sayılı Kanun’da açıkça belirtilmemiştir. İptali istenilen kurallar, Anayasa’da yer alan güvenceye rağmen, kişilere ait her türlü kişisel veri, bilgi ve belgelerin konu, amaç ve kapsam bakımından yeterli sınırlamaya tabi kılınmaksızın koşulsuz olarak TİB’e verilmesine imkân tanımakta, böylece kişiler idareye karşı korumasız hale getirilmektedirler. Dolayısıyla iptali istenilen kurallar, belirli ve öngörülebilir olmadığından kişilerin kişisel verilerin korunması hakkını ölçüsüzce sınırlandırmakta ve Anayasa’nın 20. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.” şeklindedir.

Bu kararlar karşısında bir suç soruşturması kapsamında hakim kararı olmadan elde edilen verilerin hukuka aykırı olduğu ve delil olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.

3.Sadece ByLock kurmuş olmak, ‘terör örgütü’ üyeliği için yeterli görülemez.

  1. Tek bilgi istihbarat amaçlı internet trafik bilgisi. İstihbarı bilgilerin hiçbir şekilde delil olarak kullanılamayacağı hem MİT kanununda hem de Yargıtay Ceza genel Kurulunun 17.05.2011 tarih  Esas No:2011/9-93 Karar 20111/95 ve Danıştay İdari Dava Daireler  Kurulunun 28.04.2011 tarih esas 2007/155 Kara 2007/190 kararlarında açıkça belirtilmektedir.
  1. Hatay 2. Ağır Ceza Mahkemesi FETÖ soruşturmaları kapsamında hazırlanan iddianameyi toplanan delillerin yetersiz olduğu, atılı suçun işlendiğine dair her türlü şüpheden uzak kesin delillerin bulunmadığı, sanık lehine olacak delillere yer verilmediği gerekçesi ile CMK 174 üncü maddesi uyarınca iade etti. Mahkeme kararında Yargıtay 13 üncü Ceza Dairesinin bir içtihadına dayandı.

Kararın ilgili bölümü şöyle:

Yargıtay l3.Ceza Dairesi’nin 3.0/11/2011 tarih ve 2011/17629-6976 E.K sayılı ilamında belirtildiği özere: Yeni Türk Ceza Adalet Sisteminde benimsenen. “Kişilerin Lekelenmeme Hakkı” ile “Eksiksiz soruşturma ve Tek Celsede Duruşma” prensipleri uyarınca, soruşturmayı yürüten Cumhuriyet savcılarının makul sürede bütün delilleri toplamaları, sadece mahkûmiyetle sonuçlanacağını değerlendirdikleri hususları dava konusu yapmaları, beraatle sonuçlanacağını değerlendirdikleri eylemleri dava konusu yapmamaları, yâni bir nev’i filtre görevi yapmaları gerekir.

Bu prensiplerin hayata geçirilebilmesi için mevzuatımızda ilk defa. 5271 sayılı CMK/nun 160 / 2. maddesi hükmü ile: soruşturma evresinde Cumhuriyet savcılarına şüphelinin lehine olan delilleri de toplama ve şüphelinin haklarını koruma yükümlülüğü getirilmiş, ayrıca; 170 ve 174. madde hükümleri ile de iddianamenin iadesi kuruntuna yer verilmiştir.

Soruşturma evresi uzun sürebilir. Ancak, kovuşturma evresinin yeni bir delil toplanmasına gerek kalmadan ve bir iki celsede bitirilmesi hedeflenmiştir.”

Kararda bylock programı için şöyle deniliyor:

“Şüphelinin Bylock kaydının bulunduğunun belirtilmesine rağmen bylock programı ile ilgili araştırma yapılmadığı, şüphelinin bu programı hangi tarihte kullanmaya başladığı kimlerle ne şekilde görüştüğü ve görüşme içeriklerinin tespit edilmediği.

Sanıktan ele geçen dijital verilerle ilgili incelemenin yapılması için yazılan müzekkere cevabının beklenmediği anlaşılmakla suçun sübutuna etki edebileceği kesin sayılan bir kanıt toplanmadan iddianame düzenlendiği düşünülerek 5271 sayılı CMK’ın 174/1 -b maddesi gereğince iddianamenin iadesine dair aşağıdaki şekilde karar verilmiştir.” Anonim

PEKİ BU HUKUKİ MİDİR VE DELİL OLABİLİR Mİ?

ANAYASA MAHKEMESİ 2014/149 E – 151 K SAYILI KARARINDA; “Dava konusu kuralda geçen trafik bilgisi, 5651 sayılı Kanun’un 2. maddesinin (j) bendinde, taraflara ilişkin IP adresi, verilen hizmetin başlama ve bitiş zamanı, yararlanılan hizmetin türü, aktarılan veri miktarı ve varsa abone kimlik bilgileri şeklinde tanımlanmıştır. Dolayısıyla trafik bilgisi adı altında istenen bilgiler genel anlamda belirli veya kimliği belirlenebilir olmak şartıyla, bir kişiye ilişkin bütün bilgileri ifade eden kişisel veri kavramı içerisindedir… Dava konusu kural, yukarıda belirtilen kişisel veri niteliğinde olan ve ciddi suçların tespiti, soruşturulması ve kovuşturulmasında kullanılmak üzere gerçek ve tüzel kişilere ilişkin trafik bilgisinin, işlenmemiş veri hâlinde süreli olarak muhafaza edildiği erişim veya yer sağlayıcılardan, TİB tarafından herhangi bir gerekçe veya neden göstermeksizin temin edilmesine olanak sağlamaktadır. Söz konusu verilere ulaşılabilirlik, kişilerin tercihleri, düşünceleri ve davranışları hakkında fikir verebileceğinden kişilerin özel hayatlarına müdahale edilme riskini içermektedir. Kuralda, temin edilecek bilgiyle ilgili olarak herhangi bir konu ve amaç sınırlaması bulunmadığı gibi bilginin kapsamı, ne şekilde kullanılacağı, tutulacağı süre, temin edilme gerekçesi gibi hususlarla ilgili olarak da herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır. Trafik bilgisi adı altında temin edilecek olan bilgiler Anayasa ile teminat altına alınan iletişimin gizliliği, düşünce ve ifadeyi yayma özgürlüğü, haberleşme özgürlüğü, kişisel verilerin korunması gibi birçok temel hakla doğrudan ilgili olup bu bilgilerin TİB tarafından herhangi bir kurala ve sınırlamaya tabi olmaksızın istenildiği zaman ve şekilde elde edilebilir olması temel hak ve özgürlüklerin doğrudan ihlaline sebebiyet vermektedir…

Açıklanan nedenlerle, dava konusu kural Anayasa’nın 2., 13. ve 20. maddelerine aykırıdır. İptali gerekir.” ile 8.12.2015 TARİH VE 2015/112 K SAYILI KARARI “.. iptali istenilen hükümlerde yalnızca talep edilen bilgiden bahsedildiği ve bu konuda açıklayıcı bir düzenleme olmadığı için, “kişisel veri” veya “isteme bağlı veri” olarak adlandırılan, belirli veya belirlenebilir kişilerle ilgili her türlü bilgilerin TİB tarafından istenebileceği kuşkusuzdur. Yine Kanun’un 5. maddesinin (3) numaralı fıkrasında ve 6. maddesinin (1) numaralı fıkrasının (b) bendinde, yer ve erişim sağlayıcıların internet trafik bilgilerini saklama görevleri kapsamında trafik bilgilerinin de TİB tarafından istenilecek bilgi kapsamında olduğu açıktır. Bunun yanında, iptali istenilen kurallarda belirtilen yükümlülüklerini yerine getirmedikleri takdirde yer sağlayıcılar Kanun’un 5. maddesinin (6) numaralı fıkrası, erişim sağlayıcılar ise Kanun’un 6. maddenin (3) numaralı fıkrası uyarınca idari para cezaları ile cezalandırılacaklardır. Diğer yandan, madde hükümlerine göre içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından talep edilen bilgilerin verilmesinden ilgili kişilerin haberdar olmalarına ilişkin bir düzenleme de Kanun’da bulunmamaktadır. Dolayısıyla kişilerin kendileri ile ilgili bilgilerin TİB’e verilmesinden haberdar olmaları da söz konusu olmayacaktır… Bu çerçevede iptali istenilen kurallarda, TİB’in hangi koşullarda ve hangi gerekçelerle istediği bilgilerin içerik, yer ve erişim sağlayıcılar tarafından Başkanlığa teslim edileceğine ya da verilen bilgilerin ne kadar süre ile TİB’de saklanacağına, talep edilen bilgilerin mahiyetine, içerik, yer ve erişim sağlayıcılara bildirilecek tedbirlere ilişkin herhangi bir belirlilik bulunmamaktadır. Kurallar bu yönleriyle belirli ve öngörülebilir değildirler. Özel hayat bütün unsurlarıyla tanımlanamayacak kadar geniş bir kavram olup devletin yetkili temsilcileri tarafından ilgililer hakkında rızaları olmaksızın bilgi toplanmasının her zaman söz konusu kişinin özel hayatını ilgilendireceği kuşkusuzdur. İptali istenilen kurallar, kişinin açık rızası olmaksızın kişisel verilerine ulaşılmasına ve bu kişisel verilerin işlenip, bilgi halinde TİB’e teslim edilmesine olanak tanımaktadır. Anayasa’nın 20. maddesinin üçüncü fıkrasında “Kişisel veriler, ancak kanunda öngörülen hallerde veya kişinin açık rızasıyla işlenebilir. Kişisel verilerin korunmasına ilişkin esas ve usuller kanunla düzenlenir.” denilmektedir. Anayasa’nın bu hükmünde yer alan kişisel verilerin işlenmesine ilişkin “kanunda öngörülen haller“in nelerden ibaret olduğu 5651 sayılı Kanun’da açıkça belirtilmemiştir. İptali istenilen kurallar, Anayasa’da yer alan güvenceye rağmen, kişilere ait her türlü kişisel veri, bilgi ve belgelerin konu, amaç ve kapsam bakımından yeterli sınırlamaya tabi kılınmaksızın koşulsuz olarak TİB’e verilmesine imkân tanımakta, böylece kişiler idareye karşı korumasız hale getirilmektedirler. Dolayısıyla iptali istenilen kurallar, belirli ve öngörülebilir olmadığından kişilerin kişisel verilerin korunması hakkını ölçüsüzce sınırlandırmakta ve Anayasa’nın 20. maddesine aykırılık teşkil etmektedir.” şeklindedir.

Bu kararlar karşısında bir suç soruşturması kapsamında hakim kararı olmadan elde edilen verilerin hukuka aykırı olduğu ve delil olarak değerlendirilemeyeceği açıktır.

Ayrıca, 215bin kişi tarafından kullanıldığı iddia edilen bir programdan hangi 50bin kişi ne ye göre seçilerek suçlanmaktadır. 80 AKP li milletvekili, 10 bakan bu programı kullandıysa onlar neden soruşturulmamaktadır.

İktidar medyasındaki haberlerde programının şifresinin kırıldığı ancak darbeye ilişkin bir delil bulunmadığına dair haberler yer almaktadır. Gerçekten öyleyse binlerce insan neye göre suçlanmaktadır. Ceza soruşturmasında ispatlanması gereken şüpheli ya da sanığın bu programda ne yazdığıdır. Böyle bir tespit ve delil yoksa sadece tahmin yürütülebilir ki, tahminle de ceza yargılaması yapılamaz.Anonim

 

 

Genel içinde yayınlandı | ile etiketlendi | Yorum bırakın